Muhammed Bâkî-billah “kuddise sirruh” hazretlerinin mektuplarından kırkbir tanesi,“Zübdet-ül-makâmât” kitabında ayrı bir bölüm olarak yazılmıştır. Mektublarından ba’zıları şunlardır:
6’ncı Mektup: (Bu mektup, Şeyh Tâceddîn’e gönderilmiştir.):
“Devamlı abdestli bulunmak, helâl yemek yemeğe dikkat etmek, bütün günahlardan, gıybetten, söz taşıyıcılıktan, mü’mini aşağılamaktan, müslümana düşman olmaktan, kin tutmaktan, eli altında olanlara kızmaktan ve sert davranmaktan sakınmak lâzımdır. Bizim yolumuzun esâsı budur. Bunlarsız iş sağlam olmaz. Ama bu sayılanlarda arada bir gevşeklik olursa, bu işi, ya’nî büyüklerin verdiği vazîfeleri ve o yolun îcâblarını terk etmemeli, aksine tövbe ve istiğfar etmeli, aldığı ve yapmakta olduğu vazîfelere daha sıkı sarılmalıdır ki; “Muhakkak ki, sevâblar, günahları götürür” âyetinin sırrı ortaya çıksın. Doğru yolda bulunanlara selâm olsun!”
82’nci Mektup:
“Hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem” insan idi. İnsanların en yüksek ve en temiz yaradılışlısı idi. Zâhiren bir kimseden ders almamıştı, okumamıştı. Doğduğu ve büyüdüğü şehirdekiler de onu okutmamışlardı. Evet, onun dedeleri, insanlara lâzım olan şeyleri çok iyi bilirlerdi ve yeryüzünün en iyi insanları idiler ama, zaman geçtikçe onların da ilimleri azaldı ve neredeyse bitti. İşte o zaman Allahü teâlâ Muhammed’i “sallallahü aleyhi ve sellem” yarattı ve kendinin mahbûbu eyledi. Hak teâlâyı O’ndan daha iyi bilen olmadı. Melek gönderip, Muhammed’e “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdi ki: “Benim sıfatlarımı insanlara ve cinlere bildirsin, benim rızâmın bulunmadığı her şeyden onları men etsin. Namazı, orucu, zekâtı, haccı ve kâfirlerle Allah yolunda cihâdı onlara öğretsin.” Önce, melek bunları Allahü teâlânın buyurduğu ve bildirdiği şekilde Muhammed’e “sallallahü aleyhi ve sellem” ulaştırdı. Bundan sonra Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem”, mübârek yüzünü görmekle şereflenen cemâate, ya’nî Eshâb-ı kirâmına “aleyhimürrıdvân” bildirdi. Allahü teâlâ, ismi Kur’ân-ı kerîm olan şerefli kitabı, Muhammed Mustafâ’nın “sallallahü aleyhi ve sellem” vâsıtasıyla, insanlara ve cinlere gönderdi. İşte mü’min olan bir kul, kalbinden yakîn ile; “Bu kitapta olanların ve O’nun insanlara seçip gönderdiği peygamberi Muhammed Mustafâ’nın “sallallahü aleyhi ve sellem” söylediklerinin hepsi doğrudur” diye inanmalı, kabûl etmeli ve dili ile de; “Allahdan başka ma’bûd yoktur, O birdir ve Muhammed “aleyhissalâtü vesselâm” O’nun peygamberidir” demelidir.
“Hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem” insan idi. İnsanların en yüksek ve en temiz yaradılışlısı idi. Zâhiren bir kimseden ders almamıştı, okumamıştı. Doğduğu ve büyüdüğü şehirdekiler de onu okutmamışlardı. Evet, onun dedeleri, insanlara lâzım olan şeyleri çok iyi bilirlerdi ve yeryüzünün en iyi insanları idiler ama, zaman geçtikçe onların da ilimleri azaldı ve neredeyse bitti. İşte o zaman Allahü teâlâ Muhammed’i “sallallahü aleyhi ve sellem” yarattı ve kendinin mahbûbu eyledi. Hak teâlâyı O’ndan daha iyi bilen olmadı. Melek gönderip, Muhammed’e “sallallahü aleyhi ve sellem” bildirdi ki: “Benim sıfatlarımı insanlara ve cinlere bildirsin, benim rızâmın bulunmadığı her şeyden onları men etsin. Namazı, orucu, zekâtı, haccı ve kâfirlerle Allah yolunda cihâdı onlara öğretsin.” Önce, melek bunları Allahü teâlânın buyurduğu ve bildirdiği şekilde Muhammed’e “sallallahü aleyhi ve sellem” ulaştırdı. Bundan sonra Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sellem”, mübârek yüzünü görmekle şereflenen cemâate, ya’nî Eshâb-ı kirâmına “aleyhimürrıdvân” bildirdi. Allahü teâlâ, ismi Kur’ân-ı kerîm olan şerefli kitabı, Muhammed Mustafâ’nın “sallallahü aleyhi ve sellem” vâsıtasıyla, insanlara ve cinlere gönderdi. İşte mü’min olan bir kul, kalbinden yakîn ile; “Bu kitapta olanların ve O’nun insanlara seçip gönderdiği peygamberi Muhammed Mustafâ’nın “sallallahü aleyhi ve sellem” söylediklerinin hepsi doğrudur” diye inanmalı, kabûl etmeli ve dili ile de; “Allahdan başka ma’bûd yoktur, O birdir ve Muhammed “aleyhissalâtü vesselâm” O’nun peygamberidir” demelidir.
Bu kadarını bildikten sonra, âlimlere gidip; “Bize bu kitapta neler buyurmuştur? Hangi şeyleri bilmeliyiz, hangi şeyleri, amelleri yapmalıyız, yâhud yapmamalıyız” diye sormak lâzımdır.
-devamı var-
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi