Ya’kûb-i Çerhî “kuddise sirruh” hazretleri, bir eserinde şöyle anlatmıştır:
“Allahü teâlâ’nın inâyetiyle, bu fakîrde bu büyüklerin yoluna girmek arzûsu doğup da, Allahü teâlâ’nın yardımına kavuşunca, Buhârada Şâh-ı Nakşîbend Behâeddîn-i Buhârî “kuddise sirruh” hazretlerine kavuşmak nasîp oldu. Onun kerem ve iltifâtları beni se’âdete kavuşturdu. Gördüm ki, mürşidim kâmil ve mükemmildir ve Evliyânın en üst tabakasındandır. Çeşitli vak’alar ve gaybî işâretlerden sonra, Kur’ân-ı kerîmi açıp bir âyeti işâret tutmak istedim. Meâl-i şerîfi, (O peygamberler, Allahın hidâyetine eriştirdiği kimselerdir. Sen de onların gittiği yoldan yürü) olan En’âm sûresi 90.cı âyet-i kerîmesi çıktı. Bağlılığım kat kat arttı. Tereddüt içinde bulunduğum günlerden bir gündü. Evimin bulunduğu Fethâbâdda, Şeyh Seyfeddînin kabrine doğru oturmuştum. İçimde öyle bir fırtına koptu ki, hemen Hâce Behâeddîn-i Buhârî “kuddise sirruh” hazretlerinin huzûruna kavuşmak için Kasr-ı Ârifâna doğru yola çıktım. Kasr-ı Ârifâna varıp, Behâeddîn-i Buhârî hazretlerinin evlerine yaklaştığım zamân, yola çıkmış, beni beklemekte olduğunu gördüm. Bana ihsânda bulundular, yanına oturttular. Namâz kıldıktan sonra sohbete başladılar. Heybeti beni öyle sarmıştı ki, konuşmaya mecâlim kalmadı. Bu sohbet sırasında buyurdular ki: İlim iki kısımdır. Biri kalp ilmi; bu ilim, en fâideli olan ilimdir. Bu ilmi Nebîler ve Resûller öğretir. Diğeri lisan ilmidir. Bu ilim de Allahü teâlâ’nın insanoğluna hüccetidir. Bâtın ilminden sana bir pay erişmesini ümit ederim.
Yine nakil edildi ki; Sadâkat ehliyle oturduğunuz zamân, sıdk, doğruluk üzere bulununuz. Çünkü onlar, kalp câsûslarıdır. Kalplerinize girerler ve himmetinize bakarlar. Biz, kendi karârımızla kimseyi kabûl edemeyiz. Böyle memûruz. Bakalım bu gece bize ne işâret buyurulur. Eğer seni kabûl ederlerse, biz de kabûl ederiz, buyurdu.
Ömrümde o gece kadar çetin ve zor bir gece geçirmedim. Se’âdet kapısının açılmasını umarken, bu kapının yüzüme kapanmasından korkdum. Sabâh namâzını Behâeddîn-i Buhârî hazretleri ile berâber kıldım. Namâzdan sonra; “Sana müjdeler olsun, kabûl işâreti geldi. Biz insanları az kabûl ederiz. Kabûl ettiğimiz zamân da geç kabûl ederiz. Tâ ki gelenlerin nasıl geldiği ve zamânının gelmiş olduğu belli olsun,” buyurdu. Bundan sonra Şâh-ı Nakşîbend hazretleri, silsilelerini Abdülhâlık Goncdüvânîye “kuddise sirruh” kadar gösterdi.
-devamı var-
İslâm Âlimleri Ansiklopedisi