İmanın şartı altıdır, bunlar inanılacak şeylerdir. Bu altı şarta inandım demekle hasıl olan imanın devam etmesi için başka şeyler de lazımdır. Mesela, ibadetler imandan değilse de, farz olduğuna inanmak imandandır. Bir kimse, namazın farz olduğuna inanmazsa imanı olmaz.
Bir de imanın temeli ve en mühim alameti olan, (bugünkü tabirle, olmazsa olmazı olan) esas bir şart daha vardır ki, o da, hubb-u fillah ve buğd-u fillahtır. Yani, Allahü tealanın sevdiklerini sevmek ve Allahü tealanın sevmediklerini sevmemektir. Çünki Hadis-i şerif’te, dünyada birbirini sevenler, ahirette de beraber olacaktır buyuruluyor. Allahü tealanın sevgili kullarını sevenler, son nefeste imanla ölürler. Ve mahşer yerinde de sevdiklerinin yanında haşr olup, ahiret hayatında da beraber bulunurlar. Bunun için de, kimin sevilip kimin sevilmeyeceğini iyi öğrenmemiz lazımdır. Kim olduğumuz değil, kiminle olduğumuz önemlidir.
Bir kimse, ibadetlerini yapmakla beraber, Allahü tealanın sevmediklerini de severse, mesela ebu cehili severse, bu kişi cehenneme gider. Çünkü Hadis-i şerifde Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem öyle buyuruyorlar. Herkes sevdiğinin yanında olacak. Demek ki insan, dünyada sevdiklerine dikkat etmelidir. Bu sevmek ve sevmemek, şahsi menfaati için değil, Allahü tealanın rızası için olmalıdır. Sevmek ve sevmemek kalp ile olur, beden ile olmaz.
Ateş ile barut bir arada olamayacağı gibi, iki zıt sevgi de bir arada olamaz. Peygamber efendimiz’i sallallahü aleyhi vesellem sevmeyeni sevemeyiz. Bu ise, kalpte kendiliğinden hasıl olur. İlm ile olmaz. Öğrenilerek olmaz. Son nefeste iman, bu muhabbete bağlıdır.
Onun için büyüklerimiz; “İnsan seveceği kimseyi iyi seçmeli, ona göre sevmeli…” buyuruyorlar.
Seviyorum diyen bir kimse, sevgilisinin düşmanlarından kesilmedikçe, buna münafık, yani yalancı denir. Âşıklar, sevgililerinin dîvânesi olup, onlara aykırı birşey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. İki zıddan birini sevmek, diğerini sevmemeyi îcâb ettirir.
Allahü teala İsa aleyhisselama (Eğer yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlûkların ibâdetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikce ve düşmanlarımdan uzaklaşmadıkca, hiç fâidesi olmaz), Musa aleyhisselama da; (Yâ Mûsâ! Dostlarımı benim için sevdin mi ve düşmanlarımdan benim için uzaklaştınmı?) buyuruyor. Her mü’min, Allahü teâlâyı sevmeyenleri sevmemeli, islâmiyyete yapışanları sevmelidir. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem (İbâdetlerin efdali, müslimânları müslimân oldukları için sevmek, kâfirleri, kâfir oldukları için, sevmemekdir) buyurdu.
Muhabbet, sevgilinin dostlarını sevmeği, düşmanlarını da sevmemeyi îcâb ettirir. Bu sevmek ve sevmemek, sâdık olan âşıkların elinde ve irâdesinde değildir. Çalışmaksızın, zahmet çekmeksizin kendiliğinden hâsıl olur. Dostun dostları güzel görünür ve düşmanları da çirkin ve fenâ görünür. Dünyânın güzel görünüşlerine kapılanlara hâsıl olan muhabbet de, bunu îcâb etdiriyor. Seviyorum diyen bir kimse, sevgilisinin düşmanlarında kesilmedikce sözünün eri sayılmaz. Buna münâfık, ya’nî yalancı denir.
Allahü teâlânın düşmanlarını sevmek, insanı Allahü teâlâdan uzaklaşdırır. Teberrî etmedikce, tevellî olmaz. Ya’nî uzaklaşmadıkça, dostluk olmaz.
İnsan kimi severse hep ondan bahseder. Allahü tealanın veli kullarından mübarek bir zât hep hocasından bahsedince, birisi; efendim siz hocanızı bu kadar çok seviyorsunuz, siz ondan ne öğrendiniz deyince, O mübarek zât buyurmuş ki; birtek şey öğrendim, o da bana yetti buyurmuş: “Kim sevilir, kim sevilmez”.
Birisi birgün gülistandan geçerken bakmış ki, güllerin arasında dikenler, ayrık otları, yabancı otlar var. Düşünmüş ki, bu güllerin arasında bu otların dikenlerin ne işi var, bunlar olmasaydı daha iyi olurdu, derken, otlardan birisi seslenmiş, efendi efendi, biz halimizden memnunuz, sen bize karışma, bizim ne otu olduğumuz önemli değil, nerde ve nelerin arasında olduğumuz önemli, bizim kıymetimiz bu güllerin yanında olmakladır, hiç kimseye sen kimsin demezler sen kiminle idin derler diyor. Ahiretde bile nerde ve kimlerle beraber olmak istiyorsak, bunu dünyada karar verip tercihimizi yapmalıyız. Çünki burada kimlerle berabersek, kimleri seviyorsak ahiretde de onlarla beraber olacağımız kesindir. Bu bir tercih meselesidir.
Birisi çeşmede yüzünü yıkarken, su ile birlikte biraz çamur gelmiş, bakmış ki bu çamur çok güzel kokuyor. Çamura sormuş sendeki bu koku nedir diye.. Çamur demiş ki; ben bir gül ağacının yanında kaldım, gülün yaprakları benim üzerime düştükce, o yapraklarla bir müddet hemhal oldum, onların kokusu bana da bulaştı diyor. Demek ki nerede ve kimlerle beraber isek muhakkak onlardan etkileniriz, onlardan bize bir koku geçer, o halde kim olduğumuz değil kiminle olduğumuz önemlidir.
Mevlâna Halid-i bağdadi hazretleri de, “Hak kapısında ehil ve nâ ehil beraberdir” buyuruyor. Dünyada iken birbirini sevenler aynı yerde haşrolunca, bunların arasında cennete giden biri bulunursa onun hatırına, o toplulukta bulunanların hepsini de avf edip, sen ehil değilsin deyip geri çevirmezlermiş. Bu bizim için büyük bir müjdedir. Dünyada bile bir insan hakkında karar vermek için arkadaşlarına bakılır, kimlerle beraber olduğuna bakılır. O halde, Kim olduğumuz değil, kiminle olduğumuz önemlidir.
Müşrikler Peygamberimize, Hak Peygamber olduğunu madem iddia ediyorsun, bir bela gelsin de görelim dediler. Peygamberimiz buyurdu ki: “Aranızda ben varım, ben varken bela gelmez.” Büyükler buyuruyorlar ki: “Âlimler, Peygamberimizin vârisidirler. Vâris her konuda vâris olduğu için, onların bulunduğu yere de umumî belâ gelmez”. O büyüklerin bulunduğu yerler mânevî sığınaktır. Peygamber efendimizin varisi olan bu müstesna zâtlar her konuda olduğu gibi, bu hususda da bizim için büyük nimetdirler. Nasıl ki gece karanlığında yıldızlar gökyüzünde parlamaktadır, Bu mübarek insanların bulunduğu yerler de, o şekilde parlamaktadır. Bu büyükleri sevenler, Onlar gibi olmağa çalışırlar, Onların ahlakıyla ahlaklanmağa, Onlardan ilim öğrenmeğe çalışırlar, Onların halleriyle hallenmeğe çalışırlar, dolayısıyla dünyada iken o büyüklerin etrafı ahlak ve fazilet olarak yüksek insanlardan oluşan kültür ve medeniyetin zirve olduğu yerler olduğu gibi, O mübarek insanların etrafındaki sevenleri ahiretde de beraber olurlar. Zira hadisi şerifde buyuruluyor ki; “dünyada iken birbirini sevenler, ahiretde beraber olurlar”. O halde, Kim olduğumuz değil, kiminle olduğumuz önemlidir.
Bir büyük zat buyurmuş ki; Eğer Allahü teala bana bu hizmetlerden dolayı (razı olup da) cennetini ihsan ederse, mahşere dönerim talebelerimin hepsini alırım. Bir talebesi de sormuş; Orası mahşer yeri, çok kalabalık,.. Allahü teala korusun bir talebe orda kaybolsa, insanlar birbirine benziyor, o ne olacak? O zat da buyurmuş ki; Efendim insanların işi karışık olur ama Allahü tealanın işinde karışıklık olmaz. Kim kimi seviyorsa, hep beraber olur. (Mıknatısın iğneyi çektiği gibi). O halde, Kim olduğumuz değil, kiminle olduğumuz önemlidir.
İman çok hassastır, bir kelime ile gelir, bir kelime ile gider. Birisinin cebinde çok kıymeti bir cevher olsa, kimse çalmasın diye hiçbir yere bırakmaz. Hep onu düşünür ve hiç unutmaz. Onu kimse çalmasın diye, aklı fikri onu korumakta olacaktır. Nihayetinde bu bir dünya malıdır, çalınsa ne olur, çalınmasa ne olur. Ama iman gitti mi, maazallah! Bütün seadetler gider, bütün felaketler gelir. Bir büyük zat buyuruyor ki; Bu imanın korunması ancak imanını koruyanlarla beraber olmakla mümkündür. İmamı rabbani hazretleri dünyanın kötülüğünü anlatıyor; haramlardan günahlardan sakınmak dünyadan sakınmaktır. Bu kadar kıymetli imanı muhafaza etmek nasıl mümkün olabilir. Ne yapmak lazım onu korumak için. Buyuruyor ki; “Onu koruyanlarla beraber olmak lazım”. Tek başınıza, yabancılarla kalırsanız kurtulamazsınız çünkü insanın ahlakı bulaşıcıdır. Kötü ahlakta bulaşıcıdır, iyi ahlakta bulaşıcıdır. Onun için iyi insanlar ile beraber olmak, kurtulmaya alamettir. O halde, Kim olduğumuz değil, kiminle olduğumuz önemlidir.
Bir çok insanın hakikati görememesinin sebebi gözüdür. Gözüne inanan mübarek bir zatın kıyafetine, mesleğine bakarak yanılır, Onu dinlemez ve istifade edemez. Başdaki göze değil, kalbdeki göze tâbi olmak lazımdır, kalbdeki göz, doğruyu-yanlışı ayırır, kimin sevilip kimin sevilmeyeceğini bilir. Hakkı hak, bâtılı bâtıl bilir. Hiç kimsenin mesleğine veya kıyafetine bakarak karar verilmez, işin kaynağına bakılır, naklettiği bilgiyi nerden aldığına bakılır, bedenin gıdasını iyi seçtiğimiz gibi, ruhun gıdasını da iyi seçmeğe mecburuz. Bedene bozuk gıda alan dünyasını yıkar, fakat ruhuna bozuk gıda alan ahiretini mahveder. Pis borudan şifa gelmez. Suyun kaynağı da, geçtiği yolu da temiz olmalıdır. Peygamber efendimize aleyhisselatü vesselam, Ebu Bekrin radıyallahü anh gözü ile bakanlarla, ebu cehlin gözü ile bakanlar elbette farklıdır. Eğer insan bu zatlara, bu gözle bakarsa kör olur. Eğer mübarek bir zat diye bakarsa kalb gözü açılır. Eğer Allahu teala bir kuluna hidayet nasip etmişse, ona ehli sünnet itikadını vermişse, ona sevgili bir kulunu tanıtmışsa, o bu gözle olmaz. Bu, kalp gözü ile olur. Böyleyse, kalp gözü açılmıştır. Kalp gözü, hakkı batıldan ayırmak içindir, uçmak-uçurmak için değildir, bunu iyi anlamak lazım… En zor iş hakkı batıldan ayırmaktır. Peygamber efendimizin de duası var, aleyhisselatü vessellem, “Ya rabbi bana hakkı hak, batılı batıl göster.” buyuruyor. Bir kişi hakka batıl diye saldırırsa, batıla hak diye sarılırsa mahvolur. Peygamber efendimiz, ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacak, yetmiş ikisi bozulacak ancak biri doğru yolda kalacak buyurmuşlardır. Bu yetmiş iki fırka, cehennem ateşine girecektir, itikat bozukluğu olduğu için cehenneme gidecektir. Ateş bu pisliğin temizlenmesi içindir fakat peygamber efendimiz ümmetim dediği için, bunlar daha sonra cennete girecektir. Kimsenin tek başına doğruyu bulması mümkün değildir… Ehli sünnet alimlerinin kitaplarından satır satır seçilmiş, onbinlerce çiçekten toplanan bal gibi olan Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye gibi kitabları okumalıdır ki, kitab mühim bir arkadaştır, iyi seçmek lazımdır. Ehli sünnet alimlerinin kitablarını bulanlar, bu büyükleri sevmeğe başlar. Dünyada ve ahiretde Onlarla beraber olmak isterler, onlar gibi yaşamak isterler.
İmam-ı Rabbani hazretleri bu yolda feyz vardır, buyuruyor. Afrika’da da olsa istifade eder buyuruluyor. Ancak iki kişi feyz alamaz. Biri inciten, biri inkar eden. İncitmek itiraz etmekle, inkar da reddetmekle olur. İnkar eden mahrum kalır. İncitmedikten sonra, inkar etmedikten sonra istifade eder. Peygamber efendimiz aleyhisselatü vessellam buyuruyor ki; Nerede ilim varsa orada din vardır, nerede ilim yoksa orada din yoktur. Bilerek yapmak da lazımdır. Namazın farzlarını yerine getirmezseniz, namaz olmaz, orucun farzı yerine gelmezse oruç olmaz. İlm şarttır. Ama doğru kaynaktan.
Kimler dünyada birbirini severse, birlikte olursa, ahirette de birlikte olacaklardır. Ahiretde kimlerle beraber olmayı, nerede olmayı istiyorsak bunu dünyada iken seçip, karar vermemiz lazımdır.
O halde, Kim olduğumuz değil, kiminle olduğumuz önemlidir.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim.
Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin, Cuma gününü tebrik eder, müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
ali zeki osmanağaoğlu