KARINCA DİLE GELDİ
Vaktâ ki o Resûl’e, indi “Furkân sûre”si,
Hattâ altmışüçüncü âyet-i kerîmesi,
Sahâbe-i kirâma okudu bunu hemen.
Şöyle buyurulmuştu, bu âyette meâlen:
(Onun öyle kulları vardır ki yeryüzünde,
Vakar ve tevâzûyla yürürler yer üstünde.)
Hazret-i “Ebû Bekir”, o günden îtibâren,
Önüne bakardı hep, sokaklarda yürürken.
Derdi ki: “Ezmiyeyim, hiçbir küçük cânlıyı”,
Bir gün yolda giderken, gördü bir “karınca”yı.
Onu ezmemek için, bilhassa durdu hemen.
O anda biri geldi yanına sahâbeden.
Onunla konuşurken, unuttu karıncayı,
Ezip, tâ yüreğinde hissetti bu acıyı.
Onu öldürdüğüne, pek fazla üzülerek,
Başladı düşünmeye, “Ben ne yaptım!” diyerek.
O anda, karıncayı diriltti Hak teâlâ.
Dile gelip, Sıddîk’a, şöyle dedi evvelâ:
(Yâ Ebâ Bekr, üzülme, bilmeden ezdin beni.
Hak teâlâ affeder böyle hatâ edeni.
Hem de sen üzülünce haddinden fazla buna,
Seni tesellî için, cân verdi Allah bana.
Senin ile konuşmak, benim için ne şeref.
Çok şükür, bu nîmetle ben de oldum müşerref.)
Enes bin Mâlik dahî, der ki: Resûl, ekserî,
Bize hep methederdi, Hazret-i “Ebû Bekr”i.
Vaktâ ki Resûlullah, bu dünyâdan göçünce,
Bir defâ, kendisini rüyâda gördüm gece.
Bir tabak hurma vardı önünde o Server’in.
Dedim: (O hurmalardan, bana da ihsân edin.)
Bana, “bir hurma” verdi, ben yine ettim talep.
Bir daha verdiyse de, ben istedim yine hep.
Ben böyle istedikçe, o, tek tek veriyordu.
Böylece hurmaların sayısı “dokuz” oldu.
O esnâda, Bilâl’in ezânını duyunca,
Uyandım ve mescide koşup gittim doğruca.
Hazret-i “Ebû Bekir” yapıyordu imâmlık.
Sonra, herkes çıkınca, ikimiz yalnız kaldık.
Dikkat ettim, önünde bir tabak duruyordu.
Hem aynı tabak olup, içi “hurma” doluydu.
Rüyâyı hâtırlayıp, ondan hurma istedim.
O, “bir tâne” verince, ben yine talep ettim.
Resûl-i ekrem gibi, o da, istedikçe ben,
Hurmadan birer birer verirdi bana aynen.
“Dokuz” adet olunca, istedim ben bir daha.
Vermeyip, bunda dahî uydu Resûlullaha.
Buyurdu ki: (Rüyâda, sana Resûl-i zîşân,
Bundan fazla verdiyse, vereyim ben de şu an.)