DUDAKLARI KIMILDIYORDU
Peygamber Efendimiz, vaktâ ki etti vefât.
Sahâbe, buna önce, inanmadılar fakat.
Hattâ Resûlullahın, ayrılık acısından,
Çoğu sahâbîlerin, aklı gitti başından.
Lâkin böyle hâllerde, Hazret-i “Ebû Bekir“,
Telâşa kapılmayıp, bulurdu çâre, tedbîr.
Bir konuşma yaptı ki,, eshâba çıkıp o gün,
O zaman inandılar vefâtına Resûl’ün.
Lâkin hüzün ve keder, eshâbın yüreğine,
“Zehirli hançer” gibi, saplanmış idi yine.
Herkesin gözü ağlar, gözyaşları çağlardı.
Ve ayrılık ateşi, ciğerleri dağlardı.
O gün, hemen toplanıp, cümle eshâb-ı kirâm,
Onu “Halîfe” seçip, emrine girdiler tam.
Velhâsıl hicrî onbir senesinin içinde,
Ve Rebîül evvel’in, hem de onikisinde,
Bir pazartesi günü, öğleden önceydi hem.
Vefât edip, Rabbine kavuştu “Fahr-i âlem“.
Alî bin ebî Tâlip, Resûl’ü gasl eyledi.
Fadl ibni Abbâs ise, ona yardım ederdi.
Yıkama esnâsında, mübârek vücûdundan,
Güzel bir “Misk kokusu”, yayılmıştı o zaman.
Resûl-i müctebâyı, sonra kefenlediler.
Bir sedir üzerinde, mescide getirdiler.
Haber verdiği gibi, daha önce Resûl’ün,
Cümle eshâb, mescitten dışarı çıktı o gün.
Melekler, bölük bölük gelip namâz kıldılar.
Daha sonra gâibden, şu nidâyı duydular:
Diyordu: (Ey mü’minler, sevgili Peygamberin,
Cenâze namâzını, siz dahî edâ edin.)
Bu nidâyı duyunca, bilcümle sahâbîler,
Namâz kılmak üzere, içeriye girdiler.
İçerde, gurup gurup ve imâmsız olarak,
Resûl’ün namâzını, edâ etti cümle halk.
Cenâze namâzının edâsı bitince de,
Sıra, “Defin işi”ne, gelmişti netîcede.
(Nereye defnedelim?) diye düşünürlerken,
Hazret-i Ebû Bekir, bunu da çözdü hemen.
Dedi: (Resûlullahtan, duymuştum ki bir sefer:
Vefât ettiği yere defn olur Peygamberler.)
Resûlullah, böylece, Hazret-i Âişe’nin,
Mübârek odasına defn oldu bunun için.
“Kusem bin Abbâs” idi, kabirden en son çıkan.
O, gördüğü bir şeyi, haber verdi o zaman.
Dedi: (Nûrlu yüzünü, ben gördüm son olarak.
Dudakları oynardı, eğilip verdim kulak.
“Yâ ilâhî ümmetim!, yâ ilâhî ümmetim!”
Diye yalvarıyordu, buna, bizzât şâhidim.)