Ehl-i sünnet âlimleri, vera’ ve takvâ sâhibleri idi.
İmâm-ı Rabbânî “kuddise sirruh” ikiyüzaltmışıncı mektûbda diyor ki, (Velînin kalbindeki feyzler, nûrlar, güneşin ziyâsı gibi, her yere yayılmakdadır. Ahkâm-ı islâmiyyeye uyan ve Onu seven müslümânların kalblerine akar. Onların bu feyzleri aldıklarından haberleri olmaz. Kalblerinin temizlendiğini anlarlar. Karpuzun güneş karşısında olgunlaşdığı gibi, kemâle gelirler. Eshâb-ı kirâm “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sohbetinde, böyle kemâle geldiler. Müslümânın feyz almasına mâni’ olan en zararlı şey, bid’at sâhibi olmasıdır.)…
(Takvâ), Ehl-i sünnet i’tikâdına uygun olarak îmân edip, harâmlardan sakınmak demekdir. Şübheli olan şeylerden de sakınmağa (Vera’)denir. Ehl-i sünnet âlimleri, vera’ ve takvâ sâhibleri idi. Muhammed Ma’sûm “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât)ının ikinci cildinin 112.ci mektûbundaki hadîs-i şerîfde, (Vera’ sâhibi ile birlikde oturmak ibâdetdir) buyuruldu.