Farzların yanında, nâfile ibâdetlerin, hiç kıymeti yokdur. Zemânımızın müslimânları, farzları bırakıp, nâfile ibâdetlere sarılıyor, nâfile ibâdetleri yapmağa [meselâ, kadın erkek karışık olarak mevlid okutmağa, câmi’ yapmağa, sadaka ve hayrât yapmağa] ehemmiyyet verip, farzları [meselâ beş vakt nemâz kılmağı, Ramezân-ı şerîf ayında oruc tutmağı, zekât vermeği, uşr vermeği, borç ödemeği, halâlı, harâmları öğrenmeği ve kadınların, kızların sokağa çıkarken, başlarını, sarkan saçlarını, kollarını, bacaklarını örtmelerini, radyo ve televizyonda, din düşmanlarının îmânı ve ahlâkı bozan sözlerini dinlemelerini] hafîf ve ehemmiyyetsiz görüyorlar. Olur olmaz yerlere birçok para sarf ediyorlar da, bir kuruş zekâtı bir müslimâna vermeği benimsemiyorlar. Hâlbuki, bilmiyorlar ki, bir kuruş zekâtı yerine vermek, binlerle lira sadaka vermekden, katkat dahâ sevâbdır. Zekât vermek, Allahü teâlânın emrini yapmakdır. Sadaka ve hayrâtın çoğu ise, şöhret, hurmet ve nefsin şehvetlerini kazanmak için olur. Farzlar yapılırken araya riyâ, gösteriş karışmaz. Nâfile ibâdetlerde ise, gösteriş çok olur. Bunun içindir ki, zekâtı, âşikâre vermek lâzımdır. Bu sûretle insan iftirâdan kurtulur. Nâfile sadakayı, gizli vermelidir ki, kabûl ihtimâli fazla olur. Sözün özü şudur ki, dünyânın zararından kurtulabilmek için, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmakdan başka çâre yokdur. Dünyâ zevklerini büsbütün bırakamıyanların, hiç olmazsa, hükmen terk etmesi, ya’nî dünyâyı terk etmiş sayılmaları lâzımdır. Bunun için de, her sözü ve her işi islâmiyyete uygun yapmalıdır.