İnsanlar sahip oldukları nimetleri çoğunlukla “az” görürler. Beğenmez ve daha “çok” olmasını isterler. Bir kimse İstanbul’un tapusuna sahip olsa, bununla yetinmeyip gözünü bir başka ilin de tapusuna diker. İnsanın gözünü ancak “toprak” doyurur. Bu husus şu beyitte ne kadar güzel ifade edilmiştir: “Altından ağacın olsa, gümüşten yaprak/Akıbet gözünü doyurur bir avuç toprak…”
Kanâat de olmayınca zengin olmak mümkün değildir… Bir adam İbrahim bin Edhem hazretlerine gelir ve kendisine bir cübbe hediye etmek ister. O da “Bir şartla kabul ederim. Zenginsen tamam, fakirsen kabul edemem!” buyurur. Adam da “ben zenginim” diye cevap verir. İbrahim bin Edhem hazretleri sorar: “Ne kadar servetin var?” O da “ikibin dinar” der. “Peki sen bunun dört bin olmasını ister misin?” O da “elbette” diye cevap verir. Bunun üzerine “Cübbeni kabul edemeyeceğim, çünkü sen fakirsin, daha gözün doymamış” diye karşılık verir…
Fakat ne hikmetse; insanlar kendi akıllarını çok beğenir ve bununla yetinirler. Artırılmasını pek isteyen çıkmaz. Dualarında “Ya Rabbi aklımı artır!” diyen çok az insana rastlanır. Akıllar taksim edildiğinde, en çok kendisine verildiğini zanneder!
Bir gün sevgili Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) sordular: “En kıymetli insan kimdir ya Resûlallah?”
Cevaben buyurdular ki: (Takvâsı en çok olan, ibadetlerini yapan ve haramlardan sakınandır.) Daha sonra; “En akıllı insan kimdir?” diye sorduklarında ona da şöyle buyurdular: (Ölümü en çok hatırlayan ve ölümden sonraki hayat için çalışandır.)
– devamı var –
M.Said Arvas Hoca’nın arşivinden