Yahyâ Efendi hazretlerinin elbiselerini bir Rum terzi dikerdi. İsmi Kusta usta idi. Yahyâ Efendi ona zaman zaman;-Ey Kusta usta! Küfür hâlinde olman uygun değil. Îmâna gelsen de seninle bir kardeş olsak. Âhiret yolunda da yoldaş olsak, daha iyi değil mi? derdi. O da; -Sözleriniz doğrudur. Bir gün gelir başımızın yazısını elbet görürüz. Hak nasîb ederse oluruz diye cevap verirdi.
Yahyâ Efendi, bir zaman terziye dikmesi için bir elbise verdi. O da kısa zamanda biçip dikti ve Yahyâ Efendi hazretlerine getirdi. Yahyâ Efendi onu eline alıp ceplerini aradı: -Acaba bunun ceplerini dikmediniz mi?-, dedi. Efendim! Cebini dikmiştim. Cep ağızları dikişlidir. Verin bana ağızlarını açayım, dedi Yahya Efendi; -Ellerini ceplerine sok. Ne çıkar, ne bulursan senin olsun!, dedi. Terzi Kusta bu söze bir ma’nâ veremeyip şaşırdı ve ellerini, ipliklerini söktüğü ceplere soktu. Bir avuç altın çıkardı. Kusta usta’nın aklı başından gitti ve kendisini bir titreme aldı. Sonra Yahyâ Efendinin ellerine sarılıp dedi ki: -Ey Allahın sevgili kulu! Bana yardım edin. Mü’min olma zamanım geldi. Îmân etmek istiyorum. Bana îmânı öğretiniz! Yahyâ Efendi onun başına kendi tülbendini sardı ve; “Artık ismin Ali Usta oldu” buyurdu. Kelime-i şehâdeti söyleyip, Yahyâ Efendinin talebeleri, sevdikleri arasına girdi ve dergâhta ömür boyu hizmet etti.