Zaman-ı saadette 10 yaşındaki Abdullah, babası bir harpte şehit olunca yetim kalmıştı… Gülmüyor, oynamıyor; oynayan çocuklara bakıp içli içli ağlıyordu!
Efendimiz onu gördü. Hâline acıdı. Ve yanına yaklaşıp; “Evlâdım! Sen niçin oynamıyorsun bakayım?” diye sordu.
– Benim babam yok ki.
– Kardeşlerin var mı?
– Kardeşlerim de yok!
Efendimiz ağladılar ve yetimin başını şefkatle okşayıp sordular:
– Sen, Hasan ve Hüseyin’e kardeş olmak ister misin?
Abdullah’ın gözleri parladı! Başını kaldırıp baktı. Ve şaşırıp kaldı! Zîrâ Efendimizdi bunu soran.
Sevinçle;
– İsterim yâ Resûlallah!”
Tekrar sordular ki:
– Benim torunum olur musun?
– Evet, hem de çok isterim.
– Öyleyse sen benim torunumsun. Haydi tut elimden bize gidelim!
Birlikte eve geldiler. Abdullah mutluydu. Yetimliğini unutmuştu. Hâne-i saadette yemeğini yedi, güzel bir elbise giydi ve koşarak geldi oyun yerine. Sevinçten yerinde duramıyor neşeyle;
– Ben, Peygamberimizin torunuyum!
Öbürleri baktılar. Ona gıpta edip dediler ki:
– Âh, keşke biz de yetim olsaydık da senin kavuştuğun şerefe biz de kavuşsaydık!