Bunu işiten talebelerinden Nûreddîn Ali Şebrâmelîsî isminde bir zât, bu kitabı buldu, okumaya başladı. “Bu ne muazzam kitap, insan sadece bunu okusa kâfi gelir” diyerek rastgele bir yeri açtı, gurûr bahsi çıktı, orasını okudu. Orada ilim sâhiplerinden bâzılarının, kibre ve gurûra kapıldıklarını, böylece felâkete sürüklendiklerini okuyunca birden çok duygulandı. Kendisinin de o tehlikelere düşmesinden çok korktu. Şimdiye kadar öğrendiklerim bana yeter düşüncesiyle ilim öğrenmeyi bırakıp, devamlı Kur’ân-ı kerîm okumakla, oruç tutmakla, sırf ibâdet ve tâat yapmakla meşgûl olmaya karar verdi. Artık Sâlim Şebşîrî’nin sohbetlerini de terketti. Fakat hocası sohbette göremeyince, merak edip, bir talebesini göndererek çağırdı. Sohbet esnâsında hep susuyor, hep İhyâ’da okuduğu yeri düşünüyordu. Sâlim Şebşîrî de, onun bu hâlini anlamıştı. Bir ara ona:
“Biz İhyâ kitâbının üstünlüğünü hocamızdan duyduk. Fakat ne İhya kitabını, ne de başka bir zatın kitabını okumadık. Sohbetlerimizde hep hocamızdan duyduklarımızı anlatırız. Bize bu kadarı kâfidir. Başka yerden daha fazla bir şey elde etmeye çalışan, elindeki mevcudu da kaçırır” buyurdu…
Bize bu kadarı kâfidir
Horasan’daki Evliyanın büyüklerinden Sâlim Şebşîrî “rahmetullahi aleyh” hazretleri birgün sohbetinde:
“Bir gayrimüslim, İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” hazretlerinin İhyâ kitâbının sahifelerini muhabbetle çevirse, ona iman nasib olur” buyurdu.