Hâtim-i Esam [Belhde tevellüd, 237 [m. 852] de Tirmüzde vefât etdi] Şakîk-i Belhînin [174 de vefât etdi] talebesinden idi.
Birgün Şakîk-i Belhî kendisine sordu: Ne kadar zemândır buraya geliyor, beni dinliyorsun? Otuzüç sene. Bu kadar zemân içinde benden ne öğrendin, neler istifâde etdin? Sekiz şey istifâde etdim, dedi. Şakîk, bunu duyunca yazıklar olsun sana ey Hâtim! Bütün zemânımı sana harcadım, senin ise, sekiz şeyden fazla istifâden olmamış, diye çok üzüldü. Hâtim dedi ki: Ey hocam, doğrusunu istiyorsan, böyledir. Bundan fazlasını da zâten istemem. Bana bu kadar yetişir. Çünki, iyi biliyorum ki, dünyâda, âhıretde felâketlerden kurtulup se’âdet-i ebediyyeye kavuşmak, bu sekiz bilgi ile olacakdır, dedi. Hocası, söyle! Bunları ben de anlıyayım! dedi.
– dünden devam –
Hâtim dedi ki: Ey Hocam! İkinci fâidem: İnsanlara bakdım, herkesi, arzûları, keyfleri peşinde koşuyor, nefsin şehvetleri arkasında yürüyor gördüm ve bir âyet-i kerîmenin şu meâl-i âlîsini düşündüm: (Allahü teâlâdan korkarak nefslerine uymıyanlar, elbette Cennete gideceklerdir). Çok düşündüm. Kur’ân-ı kerîmin başdan başa doğru olduğunu, bilgilerimle, tecribelerimle, aklımla, vicdânımla anladım ve tâm inandım. Nefsimi düşman bilerek, ona aldanmamağa karar verdim ve arzûlarını, şehvetlerini yapmadım. Nihâyet teslîm olarak, ibâdetlerden kaçan o nefsin, şimdi Allahü teâlâya itâ’ate koşduğunu, şehvetlerden vazgeçdiğini gördüm.
Şakîk bunları işitince, Allah sana iyilikler versin, ne güzel yapmışsın, üçüncü fâideyi de söyle dinliyeyim, dedi.
– devamı var –