–4–
ÎMÂNIN ŞARTLARI
– 16-
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yatağında iken uyandırılıp, mübârek bedeni ile, Mekke şehrinden Kudüsdeki Mescid-i aksâya ve oradan göklere ve yedinci gökden sonra, Allahü teâlânın dilediği yerlere götürüldü. Mi’râca, böylece inanmak lâzımdır. [İslâm âlimi şekline bürünen din düşmanları, mi’râc bir hâl idi, yalnız rûh ile oldu. Beden ile gitmedi diyerek ve yazarak gençleri aldatmağa çalışıyorlar. Böyle bozuk kitâbları almamalı, bunlara aldanmamalıdır. Mi’râcın nasıl olduğu, birçok kıymetli kitâblarda, meselâ (Şifâ-i şerîf)]de uzun yazılıdır. (Se’âdet-i ebediyye) kitâbında da geniş anlatılmışdır.] Mekke-i mükerremeden (Sidre-tül-müntehâ)ya kadar, Cebrâîl aleyhisselâm ile birlikde gitdi. (Sidre-tül-müntehâ), altıncı ve yedinci göklerde bir ağaçdır ki, bütün bilgiler ve bütün yükselişler oradan ileri geçemez. Resûl-i ekrem “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, Sidrede, Cebrâîl aleyhisselâmı, altıyüz kanadı ile kendi şeklinde gördü. Cebrâîl aleyhisselâm Sidrede kaldı. Mekkeden Kudüs-i şerîfe kadar veyâ yedinci göke kadar, (Burak) üstünde götürüldü. (Burak), beyâz renkli, katırdan küçük ve merkebden büyük bir Cennet hayvanıdır. Dünyâ hayvanlarından değildir. Erkekliği, dişiliği yokdur. Çok hızlı giderdi. Gözün görebildiği uzaklığa ayağını basardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Mescid-i aksâ)da, Peygamberlere imâm olup, yatsı yâhud sabâh nemâzını kıldırdı. Peygamberlerin rûhları, kendi insan şekllerinde orada bulundu. (Kudüs)den yedinci göke kadar (Mi’râc) adındaki bilinmeyen bir merdivenle bir anda çıkarıldı. Yolda melekler, sağa sola dizilmiş, Resûlullahı medh-u senâ ederlerdi. Her göke gelince Cebrâîl aleyhisselâm Resûlullahın teşrîf etdiğini haber ve müjde verirdi. Her birinde, bir Peygamberi görüp selâmlaşdı. (Sidre)de şaşılacak çok şeyler gördü. Cennetdeki ni’metleri, Cehennemdeki azâbları gördü. Cenâb-ı Hakkın cemâlini görmek arzûsundan ve zevkınden, Cennetdeki ni’metlerin hiçbirine bakmadı. Sidreden ileriye, yalnız olarak, nûrlar arasında ilerledi. Meleklerin kalemlerinin seslerini işitdi. Yetmişbin perdeden geçdi. İki perde arası, beşyüz senelik yol gibi idi. Bundan sonra, güneşden dahâ parlak (Refref) adında bir döşek üzerinde Kürsîden geçdi. Arş-ı ilâhîye erişdi. Arşdan, zemândan, mekândan, madde âlemlerinden dışarı çıkdı. Cenâb-ı Hakkın kelâmını işitecek makâma vardı.
Zemânsız ve mekânsız olarak, âhiretde Allahü teâlânın görüleceği gibi, anlaşılamıyan ve anlatılamıyan bir hâlde, Allahü teâlâyı gördü. Harfsiz ve sessiz olarak, Allahü teâlâ ile konuşdu. Allahü teâlâyı, tesbîh, hamd ve senâ eyledi. Sayısız ikrâmlara, şereflere kavuşdu. Kendine ve ümmetine elli vakt nemâz farz oldu ise de, Mûsâ aleyhisselâmın işâreti ile, yavaş yavaş beş vakte indirildi. Bundan önce, yalnız sabâh ile ikindi yâhud yatsı nemâzları kılınırdı. Bu kadar uzun yolculukdan ve ikrâmlara, ihsânlara kavuşdukdan sonra ve şaşılacak nice şeyler görüp işitdikden sonra, yatağına geldi. Yeri dahâ soğumamış idi. Bildirdiklerimizin bir kısmı, âyet-i kerîmelerle, bir kısmı da, hadîs-i şerîflerle haber verilmişdir. Hepsine inanmak vâcib değil ise de, Ehl-i sünnet âlimleri bildirdiği için, bu haberleri kabûl etmiyen, Ehl-i sünnetden ayrılmış olur. Âyet-i kerîmeye veyâ hadîs-i şerîflere inanmıyan ise, kâfir olur.
– devamı var –