Ona nasîb olmuştu şereflerin yücesi.
Odur ki, annelerin içinde en bahtiyâr,
Doğum hâdisesini şöyle anlatıyorlar:
O Servere hâmile olduğum günlerde ben,
Hiçbir acı ve elem hissetmedim bedenen.
Ancak altı ay sonra, uykuyla uyanıklık,
Arasında, bir kimse gelerek bir aralık,
Dedi: (Biliyor musun, sen kime hâmilesin?
Hâtem-ül enbiyâyı taşıyorsun, bilesin.)
Doğum öncesi dahî, görünce kendisini,
Dedi: (Çocuk doğunca, “Muhammed” koy ismini.)
Heybetli bir ses duydum doğum ânı gelince,
Bana, bir ürperti ve korku geldi bir nice.
Ve “Beyaz bir kuş” gelip, kanadıyle bu sefer,
Beni sıvazlayınca, gitti o ürpertiler.
O anda, harâretten yanıyordum be gâyet,
Yanımda, bir kâsede gördüm “Beyaz bir şerbet”
Verdiler, içtim onu, baldan tatlı ve soğuk,
Gitti o harâretim, kalmadı o susuzluk.
Öyle aydınlandı ki bir “Nûr”la sonra evim,
O Nûr’dan başka bir şey görmüyordu gözlerim.
O anda, etrâfımı sardı bir çok Hanımlar”,
Hizmet ediyorlardı edeble bana onlar.
Boyları uzun olup, parlıyordu yüzleri,
Abdi menâf kızları gibiydiler herbiri.
Bir tânesi, kendini tanıttı edip tâzim,
Dedi: (Ben, Fir’avunun hanımı Âsiye’yim.)
Biri dahî dedi ki: (Ben, İmrân kızı Meryem,
Bu gördüklerin ise, Cennet hûrileri hem.)
Yine ben, o esnâda bir “Kumaş” gördüm ipek,
Gökten yere uzanmış, beyaz ve uzundu pek.
Kendini görmediğim biri de, sonra hemen,
Diyordu: (Onu örtün insanların gözünden.)
“Çok kuşlar” peydâ oldu, sonra gördüm onları,
Ağızları zümrüt’ten, yâkuttu kanatları.
Korkudan terlemişim, o terlerden bu defâ,
Çok güzel “Misk kokusu” yayılırdı etrâfa.
O hâldeyken, gözümden kaldırdılar perdeyi,
Doğudan batıya dek, gördüm o an herşeyi.
Etrâfımı, melekler kuşatmış idi ki tâm,
Teşrîf etti dünyâya “Resûl aleyhisselâm”.
Doğar doğmaz, secdeye koydu nûrlu başını,
Ve yukarı kaldırdı şehâdet parmağını.
Sonra, gökten bir bulut parçası indi beyaz,
Bürüdü o “Server”i, duydum sonra bir avâz.
Diyordu:(Şarktan garba, gezdirin ki Onu hem,
İsmi ve cismi ile, tanısın cümle âlem.)
Daha sonra, yanımda “Üç kişi” oldu peydâ,
Yüzleri güneş gibi parlıyordu âdetâ.
Biri, gümüş bir ibrik, biri zümrüt bir leğen,
Birinin de elinde, ipek vardı Cennetten.
Oğlumu, o leğenin içine koydular ve,
“Misk” ile yıkayarak, sardılar o ipeğe.
Mübârek başına da, sürüp güzel kokular,
Gözüne sürme çekip ve gözden kayboldular.