Allahü teala rahmet eylesin
MUAMMER DEDE’NİN ARDINDAN…
VEFATININ 5. SENE-İ DEVRİYESİ
Unutmayalım ki, unutulmayalım.
5 (beş) sene evvel babam (Muammer dede) vefat etmişdi…
Bâzı yazıları yazmak zor oluyor. Hem de çok zor oluyor… onun için Muammer dedeyi nasıl anlatsam tam bilemiyorum.
Ömrünün tam ortasında Hocamızı tanıyınca, hayâtı yüz seksen derece değişdi.
Mübârek Hocamız buyurmuşlardı ki; “bir insan islâmı tanımadan evvel pasif ise, islâmı tanıyınca da pasiftir. İslâmı tanımadan ne derece aktif ise, islâmı tanıyınca da aynı aktifliği iyi yolda devâm eder” buyurmuşlardı ve hazret-i Ömer radıyallahü anh’ı misâl vermişlerdi. İşte Muammer dede Hocamızı tanımadan evvel aktif siyasetin içinde çok faal birisi iken, Hocamızı tanıyınca, tam teslîm olup, bir anda hayâtını tam aksi istikamete çevirip, bütün kâbiliyyetini büyüklerin emrine verebildi. Ve ehl-i sünnet i’tikâdını yaymakla, bu büyüklere hizmet etmekle şereflendi. Takdîr-i ilâhî olarak da zemânımızın en kıymetli iki insanı olan mübârek Hocamızın ve Enver abimizin sevgisine mazhar oldu. Bu da babama yeter zâten. Kim olduğun değil, kiminle olduğun önemliymiş.
İşte, Muammer dede, ömrünün tam ortasında büyükleri tanıyınca, doğup büyüdüğü memleketinde evini – tarlasını, herşeyini satıp, sevdiği büyüklerin yakınına geldi. Hocamıza danışarak ve dualarını alarak, Hocamızın evlerine yakın bir yerde ev satın aldı, ömrünün sonuna kadar o evde yaşadı. Yine Hocamızın evlerine pek yakın bir yerde, bir müddet halıcılık ile iştigal etdi. Hocamız sabâh eczaneye giderlerken, halı mağazasının önünden geçerlerdi, pekçok arkadaşımız da Hocamızı görebilmek için babamın mağazasına gelip beklerlerdi. Hocamız geçerlerken arabanın camını açarlar, selâm verirler, el sallayıp giderlerdi. Ba’zan da konuşurlardı. Pekçok arkadaşımız, “biz Hocamızı ilk defa Muammer dedenin halı mağazasında gördük, dedemizin bize çok iyiliği dokundu” diyorlar.
1970 senesinde İstanbul’a geldiklerinde, birgün Fatih’e geldik, Hocamızın evinin bulunduğu sokağın köşesinde durduk, Hocamızın evine doğru bakarken, gördük ki, Hocamız çatıya çıkmış kiremitlerle uğraşıyor ve su kanalını düzeltmeğe çalışıyorlardı. Babam hemen koştu, karşılarında bulunan bir inşaatdan uzunca bir kalas alıp, çöplen denilen kiremitin önündeki su kanalına alttan destek verince Hocamız çatıda kolayca su kanalını takmışlardı. Zannederim ki babamın Hocamıza ilk hizmeti budur.
1977 senesinde, Hocamızdan izin alarak hacca gitdi. Döndüğünde Hocamız ziyârete geldiler ve mukaddes toprakları anlattırdılar. Babam anlatırken Hocamız da neş’e ile dinliyor ve konu ile ilgili bazı bilmediğimiz mühim mes’eleleri de sanki orada beraberlermiş gibi kendileri anlatıyorlardı.
1979 senesindeki Ramezân-ı şerîf ayında, Hocamız ve Enver abiler, ailece babamın evine iftâr için gelmişlerdi. Hatta o gün iftârdan evvel akşam nemâzı kılınırken, beni imam yapdılar, nemâzdan sonra da kendi tesbîhlerini bana vermişlerdi. Kullandıktan sonra tesbîhi iâde etmek isteyince, biz onu imam efendiye hediye etdik, verdiğimizi geri almayız buyurdular. Sonra, ceplerinde ne varsa hepsini orada bulunanlara hediye olarak verdiler. Sıra babama gelince, Hocamız buyurdular ki; “Muammer beğe de sevgimizi verdik”. Bir büyük zâtın, seni sevdim demesi çok büyük bir ni’metdir. Bu söze kavuşmak için, bir büyük zâtın seni sevdim sözüne muhâtab olmak için eskiden tekkelerde senelerce uğraşırlarmış… Bir büyük zâtın bir insanı sevmesi, kabûl etmesi, Peygamber efendimizin de sevmesi ve kabûl etmesidir buyuruluyor.
Mübârek Hocamız 80’li yıllardan itibaren dışarıya pek çıkmadılar, hep evde kitâblarla meşgûl oldular. Mehmedağa yakınlarında, tozsuz altın tebeşirlerinin imal edildiği (tebeşirhâne diye tabir edilen) bir arsa vardı. Muammer dede, tebeşirhânede bir havuz yapdı, etrafını çiçeklendirdi, yanına da kamelya, çardak yapdı, asma sardırdı, bir de salıncak koydu. Orayı çok güzel, dinlendirici bir park hâline getirdi. Bunları yapmakdan maksadı, mübârek Hocamız ve Enver abiler çok yoruluyor, istirâhate ihtiyâcları var, burada istirâhat buyursunlar diye yapdı. Hocamız ve Enver abiler orayı pek sevdiler, adına da çiçekli bağçe koydular. Tebeşirhânenin, bundan sonra adı, çiçekli bağçe olarak kaldı. Mübârek Hocamız haftada birkaç def’a burayı teşrîf ederler, salıncakta otururlar, Muammer dede ile sâatlerce yalnız olarak sohbet ederlerdi. Abiler de kenarlardan, Hocamızı görebilmek için fırsat bilip oralarda toplanırlardı. Enver abiler de gazeteden dönerlerken sıklıkla orada istirâhat ederlerdi. Muammer dede çiçekli bağçede senelerce Hocamıza ve Enver abilere hizmet edip dualarını almışdı.
Muammer dede ve sakallı dede olarak tanınan babamı, mübârek Hocamız Hüseyin Hilmi Işık efendi hazretleri ve Enver abimiz çok severlerdi. Hocamız son senelerinde Sarıyer’deki se’âdethânelerinden pek çıkmadılar, Cum’a namazlarını da gelen müsâfirleri ile beraber kılarlardı. Mücâhidler babası buyurdukları, (babam) Muammer dede’yi, pek sevdikleri için, Cum’a günleri huzûrlarında görmek isterlerdi. Babam orada bulunamayacak olsa, bugün Muammer beğ yok mu diyerek üzüntülerini ifade ederlerdi, onun için babam da her Cum’a huzûrlarında bulunmayı âdet edinmişdi. Biz de ba’zan tufeylî olarak beraber gitmekle şereflenirdik. Bu vesîle ile Cum’a nemâzını da berâber kılar, kalblere şifâ olan mübârek sohbetleri ile bereketlenirdik. Bir Cum’a günü Sarıyer’den ayrılırken, Hocamız babama buyurdular ki; “Seni ve evlâdlarını Allahü teâlâ bize bağışlasın”. Enver abimiz de Muammer dedeyi çok severdi; “Muammer dede, saf ve temizdir” buyururdu.
Mübârek Hocamız, Sarıyer’deki se’âdethanelerine ilk defa gelenlere, 60 sene kadar evvelki, mübârek hocası Abdülhakîm efendi hazretleri ile Sarıyer’in tam karşısında bulunan Sütlüce’deki hâtıralarını anlatırlardı. Çoğu kere gözyaşları ile, öyle kalbden anlatırlardı ki, o günleri yaşıyor gibi olurduk. Herkesi de kolayca yarım asr evveline götürüp, o günlerdeki tatdıkları zevki, sevdiklerine de tatdırırlardı. 1996 senesi nisan ayının 12’si Cum’a günü Sarıyer’e mübârek Hocamızı ziyârete gitdiğimizde, İlâhiyyât fakültesi, tefsîr dersi profesörü, rahmetli Orhan Karmış hoca efendî de ziyârete gelmişdi. Hocamız, rahatsızlıklarından dolayı, o günlerde teyemmüm yapıyorlardı. Onun için biraz gecikerek, nemâz vakti girince teşrîf etdiler. Buyurdular ki; “Mâlikî mezhebinde teyemmüm, vakt girdikden sonra yapılır. Vakt çıkdı mı, teyemmüm fâsid olur”. Nemâzdan sonra, ziyârete gelen sevenleri ile bir mikdâr sohbet ederlerken, huzûrlarında ayran içilmesi âdet hâline gelmişdi. Onların huzûrlarında içilen ayranın tadını ta’rîf etmek mümkin değildir. Ayranlar içilirken, muhterem Hocamız, Orhan Karmış abiye, karşı sâhildeki Sütlüce’yi ve Sütlüce’ye 60-70 sene evvel, çok sevdiği hocası Abdülhakîm efendi hazretleri ile beraber geldiklerini, oradaki hâtıralarını anlatmışlardı. Yeni gelen birisi varsa, o günleri yaşıyorcasına, bu hâtıralarını anlatırlar ve dinleyenleri de o günlere götürürlerdi. Sonra, dıvârdaki levhayı ellerine alıp, bu levha hakkında ma’lûmât verdiler. Birkaç hafta evvel Hocamız, (Muammer dede olarak tanınan) babama bir vazîfe vermişlerdi. Efendi hazretlerinin, Hocamıza yazdığı mektûblardan ba’zılarını verdiler ve bu mektûbların bir araya getirilerek çerçeve yapılmasını istemişlerdi. Babam bu vazîfeyi sevinerek hemen yerine getirip, teslîm etmiş ve mübârek Hocamızın dua ve teveccühlerine bir def’a daha kavuşmuşdu. Hocamız babamı çok sever; zemân zemân “Hem kendisi mücâhid, hem de mücâhidler babası” buyururlardı. Bu mektûbların bulunduğu kıymetli çerçeve, mescidin dıvârına asılmışdı. İşte anlatdıkları bu levha, Efendi hazretlerinin, Hocamıza yazdıkları mektûbların bulunduğu bu kıymetli levha idi. Buyurdular ki; “Bu levha Efendi hazretlerinin bize yâdigârıdır. Kendi el yazıları bunlar. Ben Ankara’da iken def’aatle İstanbul’dan yazmışlardı. Muammer beğ kardeşimiz bunları böyle topladı, fotokopiyle teksîr etdi. Arkadaşlara hediyye ediyoruz. İsterseniz okuyalım biraz. Onlar mektûb yazarken masada yazmazlardı, ben gördüm, alırlardı kâğıdı kalemi ellerine öyle yazarlardı. Onun için, sert bir şeyin üzerinde olmadığından biraz zor okunuyor. Efendi hazretlerinin yâdigârı bunlar, bir parça okuruz. Ankara’dan her fırsatda İstanbul’a gelir, Efendi hazretleri ile görüşürdüm. Gelemeyince, mektûblarla avunurdum.” buyurdular.
Kitâbevinden hergün bir mikdar mektub Hocamıza gelirdi, Hocamız o mektûbları okurlar, ba’zan cevâb da yazarlar, hangi kitâbların gideceğini belirtirlerdi. Bunları kitâbevine Cum’a günleri Muammer dede ile gönderirler, yenilerini de yine dede ile istetirlerdi.
Babam, eline kıymetli birşey geçse hemen Hocamıza götürürdü. Bir keresinde Osmânlı arması getirdi. Hocamız çok sevindiler ve hepimiz Osmânlı’nın âşıkıyız buyurdular.
Enver abiler anlatmışlardı; Mübârek Hocamız buyurdular ki; Muammer beğ bize müjde veriyor Cum’a günleri. “Efendim dün dükkandaydım, çok mektûb vardı. Kucak dolusu mektûblar vardı. Mektûbları açıyorlardı” diyor. Ben de zevk alıyorum, seviniyorum, kitâb istiyorlar, islâmiyyeti öğrenecekler diye. O Cum’a günü bayram yapıyorum. Okuduğum mektûbların cevâblarını da Muammer beğ kardeşimizle kitâbevine gönderiyorum, çok seviniyorum. Müslimânlar câhil bırakılmak istendi. İslam kitâblarını yok etmek istediler. Biz ise yağdırıyoruz kitâbları elhamdülillah. Allah bizim arkadaşlardan, bu kitâblara hizmet edenlerden râzı olsun.
Mübârek Hocamız buyurdular ki; “Evliyâ-yı kirâmı görmek, ismlerini söylemek, düşünmek, gözünün önüne getirmek, en büyük ibâdetdir. Allahın dostlarını sevmek ibâdetdir. İslâmiyyetin temeli sevgiye dayanıyor? Allahın dostlarını tanıyacağız, ondan sonra seveceğiz. Sevmek demek, onların yolunda yürümek demekdir. Allahü teâlânın dostlarını görmek ve ona göre sevmek lâzımdır. Ben Efendi hazretlerini gördüm, siz göremediniz”. (Muammer dede: “Biz de sizi gördük, inanıyorum ki sizin mübârek yüzünüzü gören Cennete gider” dedi.) Hocamız da; ya sizin mübârek yüzünüzü gören nereye gider, birbirimizden farkımız yok, hepimiz Efendi hazretlerinin talebesiyiz. Zâten Efendi hazretleri sağ olsaydı ben burada olmazdım, Efendi hazretlerinin yanında olurdum, siz de orada olurdunuz” buyurdular.
Babam Hocamızı, Yenibosna’daki İhlas Motor’a davet etmişlerdi. 1993 senesinin ağustos ayının 5’inde, eczâneden dönerlerken, babamı kırmayıp ziyâret etmişlerdi. Hocamızın çok sevdiği, insanların kalbinde taht kurmuş, “sakallı dede” olarak da bilinen babam, Mübârek Hocamızı karşıladı. Binânın çeşidli bölümlerini gezerlerken refakat edip, ma’lûmât verdikden sonra, bağçedeki çiçeklerin arasında bulunan havuzun kenârındaki sandâlyelerde oturdular. İhlâs Motor çalışanları, bir gülistânda meşruh çiçekleri koklayıp sevince gark olan bîçâreler gibiydi. Hocamızın mübârek ağzından inci dânesi gibi saçılan sözlerini dinlemekle mesrûr oluyorlardı. Hocamız o gün buyurdular ki; İnde zikrissâlihîn tenzilürrahme. Evliyânın isminin anıldığı yere rahmet yağar. Bütün arkadaşlar müsâid zemânlarda toplanıp kitâb okusunlar. Kitâb okumak şartdır. Öğreneceğiz. İslâmiyyetin en büyük düşmanı cehâletdir. Peygamber efendimiz “Beşikden mezâra kadar ilm öğreniniz” buyuruyor. İlm öğrenmek farzdır. Farzları öğrenmek farz, vâcibleri öğrenmek vâcib, sünnetleri öğrenmek sünnet, harâmları öğrenmek de farzdır. Öğreneceğiz ki sakınacağız. Peygamber efendimiz: Talebül ilmi farîzatün ala külli müslimin ve müslimetin. Müslimânların erkek olsun, kadın olsun ilm öğrenmesi farzdır, buyuruyor. Yedi yaşından beri gece gündüz kitâb okuyorum. Kitâb okumadan duramıyorum. Ömrüm okumakla geçdi ve bir kanâ’ate vardım: Rastgele çok kitâb okuyan sapıtır, yoldan çıkar. Fekat bir mürşid-i kâmil görmüşse, o kendini korur. Peki, ben niçin o kadar kitâb okudum? İlâve birşey öğrenmek için değil. Sırf Efendi hazretlerinin buyurduklarının vesîkasını bulmak için okudum, araşdırdım. Zâten Efendi hazretleri bize her şeyi öğretdi. Enver abi Kuleli’den benim talebem. Talebelerimin içinde en çok onu beğenirdim. Onun için, onu kendime dâmâd seçdim. Bütün bu müesseseleri ben kurdum. Gazeteyi ben çıkardım fekat hepsine Enver beği vekîl etdim. Dedim ki, “Enver beğ benim her işde vekîlimdir. Onun sözü benim sözümdür.” Her gün konuşuruz Enver beğle, geçen gün konuşuyorduk da, bana Muammer beği ve oğullarını anlatdı. Hepsi Allah rızâsı için çalışıyor dedi. Ben de hem Muammer beğe, hem oğullarına duâ etdim. Muammer beğ hem kendisi mücâhid, hem de mücâhidler babasıdır dedim.
Enver abiler bir gün buyurdular ki; “Birisi bugün sordu ki: Efendim, âhirette şefâ’at için bir imkân verilirse, bize şefâ’at eder misiniz dedi. Dedim ki; dünyâda bile ne istediniz de hayır dedim, orada hiç hayır denir mi?… Ben dedeyi yanıma alırım, dede sen de beni alır mısın?…” buyurdular. Sonra kime imkân verilirse, o diğerini alacak diye sözleşdiler. Büyüklerin şakası da gerçekdir inşâallah.
Bir başka gün de buyurdular ki; “Arkadaş kalkmış fotoğraf çekmeğe. Melekler o fotoğrafı çekdi. Âhırete, dede bana bakarken, ben dedeye bakarken göreceğiz birbirimizi inşâallah. Hepimiz beraber olacağız. İnşâallah bu çatı altında bulunanlar, âhırete hep beraber olacağız. Cenâb-ı Hak çok merhametli. Böyle kalabalık insanlar içerisinde sevdiği bir kişi olsa, onunla beraber olanların hepsini, iyisine kötüsüne bakmadan, eğrisine büğrüsüne bakmadan, hepsini Cennete koyuyor.”
Enver abiler bir gün buyurdular ki; Geçen Pazar akşam Ali abilerdeydik, Muammer dedeyle beraber. Orada çok güzel muhabbet vardı. O gece rüyamda Mübâreklerle Muammer dedeyi iki arkadaş gibi şakalaşırken gördüm. Ben uzakta duruyordum. Mübârekler bana gel diye işâret etdiler ve alnımdan öptüler ve uyandım, rüyaymış. Birden arkama döndüm, bakdım Mübârekler. Dedim ki “Efendim, az önce rüyada beni öptünüz, beni bir kere daha öpün de rüyam gerçek olsun.” Beni tekrar öptüler… Baktım bu da rüya… Muammer dedenin bir özelliği var. Hocamız Onu çok seviyordu. Hocamız Muammer dedeyi kendine bir arkadaş kabûl etmişdi. Onunla dertleşirlerdi. Muammer dede çok temiz ve safdır. Muammer amcayı Mübârekler çok severlerdi ve her seferinde “Muammer beğ geldi mi, nerede?” diye sorarlardı. Onların sevgisi hepimizi kurtarır inşâallah. Âhiretde sen kimsin demezler, sen kiminle beraberdin derler. Âhiretde kiminle beraber olmak istiyorsak dünyâda onunla beraber olmalıyız.
Enver abiler yaz aylarında sıklıkla Yalova’da kalıyorlardı. Enver abilerin bulunduğu sitede evi olan abiler de, arının bala üşüştüğü gibi firesiz olarak aynı yerde bulunurlardı. Sabah dâhil her vakt nemâzda Enver abiler cemâ’ate gelirler ve dünyâda misli bulunmaz sohbetlere kavuşulurdu. Biz de fırsat bilip o günlerde Yalova’da ikâmet ederdik. Her gün İstanbul’a gider dönerdik. 2007 senesi, haziran ayının son günleri babamın rahatsızlığı artdı. Ameliyat olması îcâb ediyordu. Birgün nemâzdan sonra mescidin üstündeki husûsî odalarına izin istemek için çıkdım, durumu anlatdım. Enver abim buyurdular ki; “Muammer dedeyi Hocamız çok severdi, âhir ömründe Hocamız dedeyi kendine arkadaş edinmişdi. Dede saf ve temizdir, Hocamız dede ile dertleşirdi. Dede Mübâreklere kavuşmakla herşeye kavuşdu. Git hizmetinde bulun” buyurmuşlardı.
Bunlar imrenilecek ve ümitlenilecek haller tabii. Büyüklerin kalbine girmek, sevgisini kazanmak, âhiret sermayesi olarak pek çok kıymetlidir. Birgün Enver abim buyurdular ki; “Efendi hazretleri buyurmuşlar ki; Bir mü’min islâmiyyetin temâmını öğrense, temâmı ile amel etse, bunun kurtulmak ihtimâli vardır. Ama bir Allah adamına peki diyenin, bir Allah adamına rastlayanın, yaptığı kusûrlara rağmen, kurtulmamak ihtimâli yokdur”.
Babam Allahü teâlânın sevgili kullarını çok sevdiği için, insanlar da onu sevmişler ki, pek kalabalık bir cenâze nemâzı vardı, binlerce pek kıymetli insan, nemâzdan sonra hemen ayrılmayıp, defn bitene kadar da kabrden ayrılmadılar.
Babam Hocamızın en yaşlı talebelerinden idi. Ve ne tesâdüf ki, Hocamız ile aynı yaşa gelince vefat etdi. Son zemânlar alzheimer hastası olduğu, hiç kimseyi tanımadığı, hatta son birkaç ay pek konuşamadığı halde, her an kelime-i tevhid dilinden düşmedi. Beş gün yoğun bakımda, ba’zan şuûr kapalı iken dahî sık sık kelime-i tevhid söyledi. Son zemânlarında, ba’zan yalnızken kendi kendine konuştuğunu işitirdik, dinlediğimizde Hocamızla konuştuğunu fark ederdik.
Muammer dede 91 yıl, dolu bir ömür geçirdi. Allahü teâlânın dinine, Ehl-i sünnet i’tikâdına hizmet ederek, Ehl-i sünneti anlatan kitâbların yayılması için uğraşarak, insanların âhiretde Cehennem ateşinde yanmamaları için gayret ederek yaşadı.
Mübârek Hocamızın, “Hem kendisi mücâhid, hem mücâhidler babası” iltifâtına mazhar oldu.
“İnsan seveceği kimseyi iyi seçmeli, ona göre sevmeli”, “kim olduğun değil, kiminle olduğun önemli” buyuruluyor. Muammer dede, seveceği kimseleri iyi seçmiş ve onlarla vakt geçirmiş. “Dünyâda kimi severseniz, âhiretde onun yanında olursunuz” buyuruluyor. Muammer dede dünyâda iken, son nefesine kadar Hocamızı ve Enver abimizi çok severdi, inşâallah şimdi Onlarla beraber olduğuna inanıyoruz efendim.
Peki Muammer dede ne yapdı da büyüklerin, Allah adamlarının kalbine girdi!.. Mühim özellikleri neydi?…
Evvelâ akla gelen şudur ki; babam Hocamızı ve Enver abiyi katışıksız severdi. Ne derlerse acaba’sız kabûl ederdi. Hiçbir zemân bu da şöyle olmalıydı veya şöyle olsa olmaz mıydı şeklinde yorum yapmadan, Hocamızın veya Enver abimizin her sözüne tam inanır ve kabûl ederdi. Hocamızı ve Enver abiyi seven herkesi çok sever, onları sevmeyeni sevemezdi.
İkinci husûsiyet olarak; hiçbir zemân ard niyyetli olmadı, kalbindeki neyse dilinde o oldu, herkese iyilik etmeğe çalışdı, bilerek hiç kimseye kötülük düşünmedi… Çok safdı. Üçüncü olarak da; anne duası çok aldı, annesi vefat edene kadar hiç üzmedi.
Enver abiler de anne duası üzerinde çok dururlardı. Hatta bir gün Hocamızdan anlatırlarken Enver abim buyurmuşdu ki; “Hocamız buyurdu ki: bir arkadaşınız benden dua istemiş, ben ona dua etsem kabûl olmaz çünki o annesini üzüyormuş. Enver’e dua etsem kabûl olur, çünki o annesini hiç üzmedi”.
Eshâb-ı kirâmdan bir zât diyor ki, “Peygamber efendimiz, Bayram günü hutbeye çıkıyordu. Merdiven üç basamakdı. Birinci basamağa çıkdı. Bir şeyler söylüyordu. Kulak verdim işitdim. Buyuruyordu ki: (Yâ Rabbi, Sen, bir kulunu, anasını-babasını gördüğü halde, onların hizmetinde kusûr eden, kalblerini inciten, onların rızâsını, duasını almayanı Cehenneme sok.) Ben de âmin dedim” buyuruyor. Büyüklerimiz buyuruyor ki; Anamızın, babamızın kıymetini bileceğiz, onların rızâlarını dualarını alacağız, gönüllerini alacağız. “Ananın, babanın evlâdına duası, Peygamberlerin ümmetine duası gibidir.” Herkes etdiğini biçer. Biz, bizden evvelkiler için ne yaparsak bizden sonrakiler de bizim için onu yapacaklardır.
Huzur Pınarı üyelerinden, beş sene evvel vefat eden babam Muammer dedeye bir Fâtiha okumalarını ve dua etmelerini istirhâm ediyoruz.
Muammer dede, kabrinde sevdiklerinden ve sevenlerinden dua beklemektedir.
Birgün mübârek Hocamız bir sohbetlerinde buyurmuşlardı ki; Hazret-i Ömer radıyallahü anh, umreye giderken, Peygamber efendimiz, “Ya Ömer bana da dua et” buyurunca, Hazret-i Ömer radıyallahü anh, Ya Resûlallah, sizin de duaya ihtiyâcınız var mı der gibi bakmış, Resûlullah efendimiz buyurmuş ki; “Sen dua et de fâidesi edene mi, edilene mi olur, sonra anlarsın” buyurmuş.
Vefâtından sonra babamın hâtıra defteri geçdi elimize, daha evvel hiç görmemişdik. Orada Hocamızı tarif ediyor, “o mübârek yüzü görünce ne kadar câhil olduğumu anladım” diyor. En son bitirirken de; “ne mutlu ki onların duasını alan kardeşlerimize, inşallah bu yazıları yazan aciz de sizlerle birlikde kevser suları başında orucumuzu iftâr ederiz” diye yazdığı yazıları, bir gece sabâha karşı yazmış. Demek ki kalbinden öyle gelmiş. Bir şiirinde de diyor ki; Bir an göremesem kalp gözü ile onları, anlıyorum karanlıkda yapayalnız kaldığımı. Onları gördüğüm anda yararlı olmağı, karar verdim ellerinde asa olmağı. (Bu şiirin orijinalini de altda ekledim).
İşte Muammer dede, Hocamızın ve Enver abimizin âşıkı idi. Tabii, kalb kalbe karşıdır.
Böyle büyük bir âlimin, asırlarda ender bulunan böyle bir mürşîd-i kâmilin sevgisine kavuşmak, herhâlde rastgele sıradan bir şey olmayıp Allahü teâlânın husûsî bir ihsânı olmalı.
Abdülhakîm efendi hazretleri buyuruyor ki; “Yâ Rabbi senin sevdiklerini seviyorum, sevmediklerini sevmiyorum. Beni bu i’tikâdıma bağışla”. Demek ki bu muhabbet çok önemlidir.
Hani bir menkıbe var ya; Hârûn Reşîd’in şâiri ve nedimi Neval efendi vefat edince, bir arkadaşı rüyada görmüş. Sana ne muâmele yapıldı diye sormuş. O da diyor ki, ben ölmeden az evvel yazdığım iki mısra sâyesinde kurtuldum. Rüyayı gören arkadaşı, Neval efendinin evine gelip sormuş; O iki mısra neydi diyor. Hanımı da, o zâten her zemân yazıyor, son yazdığı hangisi bilemem demiş. Kızı o arada geliyor ve babam ölmeden evvel kalem istemişdi diyor. Arıyorlar, yastığının altından bir kâğıd çıkıyor. Kâğıdda şunlar yazılı: (Yâ Rabbi, hayâtda en kıymetli varlığım ruhumdur. Onu Sana emânet ediyorum. Yâ Rabbi, hadîs-i kudsîde buyuruyorsun ki, “Annenin evlâdına olan şefkatinden daha şefkatliyim.” Annem olsaydı, beni Cehennemde yakmazdı. Sen hiç yakar mısın?) Bu sözler, inanan ve seven için çok kıymetli müjdedir.
Mübârek Hocamız birgün buyurmuşlardı ki; “Kişi sevdiğiyle beraberdir diye çok müjdeler var. İnşâallah dünyâda beraber olduğumuz gibi Cennetde de hep beraber oluruz”. Bu müjdeye kesin inanıyoruz. El mer’ü mea men ehabbe hadîs-i şerîfi gereğince, herkes mutlaka âhiretde sevdikleri ile beraber olacakdır. İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki; Vermek istemeseydi istek vermezdi… İstemek kavuşmanın müjdecisidir…
O halde, dünyâda iken sevdiklerinin yanında haşr olacaklarına inanıyoruz.
Muammer dedenin kabri, Eyüp Sultan’dan Piyerloti’ye çıkan yokuş üzerinde, Silsile-i âliyye’nin ferd-i kâmili, hatta ferd-i ekmeli olan ilm ve feyz menba-ı seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinin senelerce imam hatîbliğini yaptığı, dünyâya ilim irfan yaydığı, çok kıymetli âlimler yetişdirdiği Kaşgâri mescidinin kıble dıvarına bitişik olan kabristânın mescid yakınındadır.
Allahü teâlâ, kabrini nûr-u îmân ve nûr-u kur’ân ile pür-nûr eylesin inşâallah, kabrlerini Cennet bağçesi eylesin inşâallah. Habîbinin ve sevdiklerinin şefâ’atine mazhar ve lâyık eylesin inşâallah, Kabr azâbından ve mahşer yeri sıkıntılarından, sırat köprüsü korkusundan ve Cehennem azâbından emîn eylesin, muhafaza eylesin inşâallah. Hesabsız – sualsiz Cennete girenler arasında bulundursun inşâallah… (Yâ Rabbî, Sen annenin evladına olan merhametinden, daha merhametli olduğunu buyuruyorsun, annesi onları yakmağa kıyamazken Sen hiç yakar mısın..!).
HUZUR PINARI âilesinin kıymetli mensûblarına müstecâb dualarını istirhâm ederiz efendim
Unutmayalım ki, unutulmayalım.
Allahü teâlâya emânet olun efendim
ali zeki osmanağaoğlu