Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan tercümenin önsözünde diyor ki:
“Kur’ân-ı kerîm, Türkçeye değil, hiçbir dile hakkı ile çevrilemez. Kur’ân-ı kerîmde muhtelif mânâlara gelen lafızlar vardır. Böyle bir lafzı tercüme etmek, çeşitli mânâlarını bire indirmek olur ki, verilen tek mânânın murâd-ı ilâhi olduğu bilinemez.”
Kur’ân-ı kerîm, hiçbir dile, hatta Arapçaya bile tercüme edilemez. Herhangi bir şiirin bile, tam tercümesine imkân yoktur. Ancak izah edilebilir. Kur’ân-ı kerîmin mânâsı, tercümeden anlaşılmaz. Bir âyetin mânâsını anlamak demek, Allahü teâlânın bu âyetten ne demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan kimse, murâd-ı ilâhiyi öğrenemez. Tercüme edenin, bilgi derecesine göre anlamış olduğunu öğrenir.
Kur’ân-ı kerîmi ancak, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz anlamış, hadîs-i şerîflerle açıklamıştır. Bu hadîs-i şerîfleri de, ancak, Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” ve müctehid imamlar anlayabilmiş, Müslümanlar da bu âlimlerin anladıklarına tâbi olmuşlardır. Şu hâlde; Kurân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden ve bunların tercümelerinden din öğrenmek mümkün olmaz. Her Müslüman, dinini Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından hazırlanan ilmihâllerden öğrenmelidir.