Bir İslâm âlimi buyurdular ki:
Her cins iyiliğe, her hayırlı işe, hep “kibir” engeldir kardeşim. Kibr, kibriyâdan gelir. Kibriyâ büyüklük demek. Allahü teâlânın sıfatıdır bu. Allahü teâlâ, diğer sıfatlarından, kullarına da bir nebze ihsan etti. Ama iki sıfat var ki, onları kullarıyla bölüşmedi. Her sıfatından bir nebze verdi, ama iki sıfatı hâriç. Onlardan biri, halketmek, yani yaratmak. İkincisi de kibriyâ sıfatı. Cenâb-ı Hak; “Bu ikisi bana mahsustur.” buyuruyor. Yani büyüklük, üstünlük, ancak Allahü teâlâya mahsusdur. Bu iki sıfatda kendisine ortak olmak istiyeni yakacağını bildirmiştir. Kul, haddini bilecek kardeşim. Biz kuluz, âciziz, zâifiz, her an, her şeyimizde Allaha muhtacız. Otuz trilyon kadar kılcal damarlarımızdan bir tânesi, saniyenin onda birinde tıkansa, o anda felç oluruz. Vücudumuzda 160 bin kilometre uzunluğunda, yani dünyayı dört defa dolaşan kılcal damarlar var. Hayatımız, o damarların muntazam çalışmasına bağlı. Otuz trilyon miktarındaki hücrelerimize kan götürüyorlar, yani oksijen taşıyorlar. Her tarafımız kılcal damarlarla örülü. Çünkü hücrelere kan gitmezse, o yer kangren olur, yahut da ölürüz. Öyleyse neyimizle kibredeceğiz efendim? Bu kadar âciziz işte. Onun için müminin birinci vasfı, haddini bilmektir. “Ben kimim?” diyebilmektir. “Ben nerden geldim, nereye gidiyorum?” diyebilmektir.