Ehl-i sünnet âlimlerinden ve Evliyânın büyüklerinden, Yûsüf-i Hemedânî hazretlerinin ismini duyup, şu üç ilim talebesi kendisini görmeye gitmeye hazırlandılar. Bunlar; Ebû Saîd, İbnüssâkka, Abdülkâdir-i Geylânî.
İbnüssâkka dedi ki: “Gidince ona öyle şeyler soracağım ki, bunlara cevap veremiyecek.”
Ebû Saîd de dedi ki: “Ben de ona öyle zor suâller soracağım ki, bakayım bunlara cevap verebilecek mi?”
Abdülkâdir-i Geylânî ise şöyle konuştu: “O zat büyük bir âlimdir. Ona suâl sormak benim ne haddime. Huzûruna girmeyi nîmet, cemâlini görmeyi şeref bilirim.”
Ve huzûruna vardılar.
Yûsüf-i Hemedânî hazretleri, İbnüssâkka’ya buyurdu ki:
– Sende hiç hayâ yok mudur ki bana suâller sormak ister ve cevâbını veremem zannedersin?
Ve ardından sormayı düşündüğü suâlleri tek tek cevapladı. Sonra da ona buyurdu ki:
– Senden küfür kokusu geliyor.
Yûsüf-i Hemedânî hazretleri, bundan sonra Ebû Saîd’e de buyurdu ki:
– Sen de beni imtihana yeltendin öyle mi?
Onun da içinden geçen suâllerini söyledi. Cevaplarını da uzun uzun verdi.
Sıra Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine gelmişti. Yûsüf-i Hemedânî hazretleri, yüzünü ona dönüp buyurdu ki:
– Sen, gösterdiğin bu güzel edeple, Allah ve Resûlünün rızasını kazandın. Ben şu anda, senin bir kürsüde, büyük bir cemaate nasihat ettiğini görüyor ve; ‘Benim şu iki ayağım, bu zamandaki Evliyâların omuzları üstündedir.’ dediğini işitiyorum.
Daha sonraki senelerde buyurduğu şeyler, ayniyle meydana geldi.