BEN HÜKÜMDÂR DEĞİLİM
“Peygamber Efendimiz” mütevâzı idi pek.
Ayrıca çok heybetli ve sevimliydi gâyet.
Ayrıca çok heybetli ve sevimliydi gâyet.
Kendisi mütevâzı davranmasaydı eğer,
Râhat oturamazdı yanında hiç kimseler.
Râhat oturamazdı yanında hiç kimseler.
Bir gün, bir kimse geldi “Allahın Resûlü”ne.
Terlemeye başladı baktığında yüzüne.
Terlemeye başladı baktığında yüzüne.
Onun sıkıldığını görünce Resûl hemen,
Buyurdu ki: (Sıkılma, hükümdâr değilim ben.
Buyurdu ki: (Sıkılma, hükümdâr değilim ben.
Ben, kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum.
Herkes gibi yer içer, yorulup otururum. )
Herkes gibi yer içer, yorulup otururum. )
İşitince Resûl’ün o böyle dediğini,
Korkusu zâil olup, açabildi derdini.
Korkusu zâil olup, açabildi derdini.
Kapıcısı, bekçisi bulunmazdı ayrıca.
Herkes, gelip derdini anlatırdı râhatça.
Herkes, gelip derdini anlatırdı râhatça.
Öyle hayâ sâhibi idi ki Resûl yine,
Konuştuğu kimsenin, bakmazdı hiç yüzüne.
Konuştuğu kimsenin, bakmazdı hiç yüzüne.
Allahü teâlâdan çok fazla korkuyordu.
(En fazla korkanınız, benim) buyuruyordu.
(En fazla korkanınız, benim) buyuruyordu.
Ve buyurur idi ki: (Benim gördüğümü, siz,
Görseydiniz, çok ağlar, gâyet az gülerdiniz.)
Görseydiniz, çok ağlar, gâyet az gülerdiniz.)
Havada bulut görse, der idi ki derakap:
(Yâ rabbî, bu bulutu gönderme bize azâb.)
(Yâ rabbî, bu bulutu gönderme bize azâb.)
Ve yine kuvvetli bir rüzgâr esince dahî,
Derdi: (Bize hayırlı rüzgâr ver yâ ilâhî!)
Derdi: (Bize hayırlı rüzgâr ver yâ ilâhî!)
Gök gürleyince ise, derdi ki yalvararak:
(Yâ rabbî, azâbınla eyleme bizi helâk.)
(Yâ rabbî, azâbınla eyleme bizi helâk.)
O server, bu dünyâya vermedi aslâ gönül.
Bu fânîye, zerrece eylemedi temâyül.
Bu fânîye, zerrece eylemedi temâyül.
Allah, (İste vereyim) buyurdu kendisine.
O, dünyâ servetini istemedi hiç yine.
O, dünyâ servetini istemedi hiç yine.
Mîrâc’da, Cennetlere girip gezdi o kadar.
Lâkin o nîmetlere etmedi tek bir nazar.
Lâkin o nîmetlere etmedi tek bir nazar.
Hiç doyuncaya kadar yediği görülmedi.
Ekmeğine “Sirke”yi katık eder ve yerdi.
Ekmeğine “Sirke”yi katık eder ve yerdi.
Bâzan da “Hurma” yâhut, yalnız “Zeytinyağı”nı,
Katık edip yiyerek, doyururdu karnını.
Katık edip yiyerek, doyururdu karnını.
Hiç katıksız yer idi ekmeğini bâzan da.
Zîrâ bulamıyordu onu çoğu zaman da.
Zîrâ bulamıyordu onu çoğu zaman da.
Evinde, iki üç ay, hiç yemek pişmediği,
Ve olurdu sâdece, “Süt” ve “Hurma” yediği.
Ve olurdu sâdece, “Süt” ve “Hurma” yediği.
Vefât ettiği zaman, zırhı, bir yehûdîde,
Az arpa karşılığı bulunmuştu rehinde.
Az arpa karşılığı bulunmuştu rehinde.
Peygamber-i zîşân’ın, herhangi bir yemeği,
Aslâ görülmemiştir sevip beğenmediği.
Aslâ görülmemiştir sevip beğenmediği.
Eve geldiği zaman, yerdi yemek var ise.
Yâhut oruç tutardı, “Yemek yok” denilirse.
Yâhut oruç tutardı, “Yemek yok” denilirse.
Suyu, “Besmele” ile, üç yudumda içerdi.
Sonra, “Elhamdülillah” der ve duâ ederdi.
Sonra, “Elhamdülillah” der ve duâ ederdi.