Komşularımız çobanlarına; “Ebû Züveybin koyunları niye semiz ve sütlü de bizimkiler cılız. Siz de koyunlarınızı onların otlattığı yerde otlatsanız ya.” diyorlardı. Birgün kocam dedi ki: “Ey Halime! Allahü teâlâ bize ihsanda bulundu. Bütün bunlar, yanımıza almakla şereflendiğimiz se’âdetli yavrunun bereketi. Mekke’den bizden mutlu dönen olmadı.”
Muhammed Aleyhisselâm hızla gelişti. 2 aylıkken oturur ve emeklerdi. 3 aylık iken ayakta durdu. 6 aylık iken seri yürüdü, 7 aylık iken koşardı. 8 aylık iken berrak bir şekilde konuşmaya başladı. Bir keresinde “Allahü Ekber, Allahü Ekber, Elhamdülillahi Rabbil âlemîn.” demişti de duyanlar şaşmış kalmışlardı. 9 aylıkken karşılıklı oturup konuşurduk, 10 aylık iken çocuklarla oynardı, pek de güzel ok atardı. Gündüz ve gece bir defa bevl ederdi, muayyen vakti vardı. Üstünü asla kirletmez, beni üzmez, yormazdı. Sütten kesilince alıp Mekke’ye götürdüm. Onsuz neşemiz azalacak, evimiz ocağımız boşalacaktı. Çok özleyecektim, dayanamayacaktım. O yıl Mekke’nin havası aşırı sıcaktı, veba salgını vardı. Biraz daha yanımızda kalması için annesine yalvardım, müsade etti, bize dünyaları bağışladı.
Birgün Habeş Hıristiyanları ile karşılaştık. Muhammed’e dikkatli dikkatli baktılar. Sırtında iki küreği arasındaki nübüvvet mührünü gördüler. Mübârek gözlerinin kırmızılığı dikkatlerini çekti:
– Senin bu oğlun göz ağrısından şikayet eder mi? diye sordular.
– Hayır, o bildim bileli vardır.
– Ne kadar mal istersen verelim, hatta dile canımızı feda edelim. İzin buyur bu çocuğu Habeşistan’a götürelim. Onun şanı yüce olacak, o âhir zaman nebisidir.
Onlardan korktuğum gece gözüme uyku girmedi. Sonra Yahudiler geldi, anladığım kadarıyla niyetleri hiç iyi değildi. “Bu yetim midir?” diye sordular, “Hayır babası var.” dedim, “Ha… O zaman aradığımız bu çocuk değil.” deyip geri döndüler.
Muhammed aleyhisselâm 3 yaşına girince, süt kardeşleriyle koyun otlatırdı. Elinde sopa neşeyle gider, akşam şen şakrak dönerdi. Sıcak havalarda yollamak istemezdim. Kızım Şeyma, “Anne, üzülme, onu bir bulut gölgeliyor!” derdi.
Birgün yine koyun gütmeye gitmişlerdi. Damra ağlayarak geldi. “Annecim! Annecim! Kureyşli kardeşimle oynarken, biri onu aldı, bıçakla karnını yardı.” dedi. Kocamla birlikte koşarak dağa çıktık. Muhammed’i bulduk, mübârek yüzü kızarmıştı.
(devamı yarın)Gökyüzüne doğru bakıyordu. Yanına oturup alnından öptüm.
– Canım yavrum ne oldu sana?
– Üç kişi geldi. Birinin elinde gümüşten bir ibrik, birinin elinde içi karla dolu zümrüt leğen vardı. Onlardan biri beni lutf ile okşadı ve göğsümü göbeğime kadar yardı. Bakıyor ama acı duymuyordum. Elini göğsüme sokup, yüreğimi çıkardı. İçinden siyah bir pıhtıyı attı. Dedi ki: “Bu şeytanın tesir edebileceği bir parça idi, Allahü teâlânın emriyle seni ondan temizledik.” Sonra yüreğimi yerine koydu. Üçüncü kişi elini yaklaştırdı ve göğsüm kapandı.
Muhammedin “sallallahü aleyhi ve sellem” hâlleri komşularımıza garip geliyordu. Bana; “Çocuğu bir kâhine götür! Belki cinnilerin tesirinde kalmıştır.” dediler. Onu bir kâhine götürdüm. Âdeta yerinden fırladı: “Ey Arablar! Bu çocuk yeni bir din getirecek, onu öldürünüz!” diye avaz avaz bağırmaya başladı. Muhammed’i elinden çekip aldım. “Deli mi ne. Asıl seni baktırmak lâzım!” dedim.
Bu hâdiselerden sonra endişem arttı. Emaneti sağ sâlim sâhibine teslim edememekten korkmaya başladım. Acil yola çıktık. Mekke’nin yukarı mahallelerine gelmiştim. Muhammed’i birilerine emanet edip abdesthane aradım. Kulağıma korkulu sesler gelince döndüm. Ama onu yerinde bulamadım. Ağlayıp feryat ettim, sağa sola koşturdum. Herkese sordum. İhtiyarın biri; “Benimle gel!” dedi, gittim. Hubel putundan yardım diledi. Sonra bana sordu oğlunun adı neydi? “Muhammed!” deyince putlar yüzüstü devrildi. Çâresiz Abdülmuttalib’in yanına vardım, olanları anlattım. Adamlarını, akrabalarını sağa sola yolladı ama bulamadılar. Kâ’be-i şerîfe geldi, 7 kere tavaf etti ve ellerini açıp Allaha yalvardı: “Muhammed Tihâme vâdîsinde filan ağacın altındadır.” diye bir nida işittik. Vadiye koştuk, onu bir ağacın altında oynarken bulduk. Abdülmuttalib sordu:
– Ey evlâdım sen kimsin?
– Muhammed bin Abdüllah bin Abdülmuttalibim!
Dedesi torununa hasretle sarıldı, 20 deve ve hayli davar kesip fukaraya dağıttı…
Halime Hatun ara sıra Mekke’ye gelirdi. Efendimiz; “Benim annem! Benim annem!” der, oturması için atkısını yere sererdi. Efendimizin evlendiği zaman, Serveri âlem süt annelerini düğüne çağırdılar. Halime validemiz geldi. Hazret-i Hatice validemiz onu çok sevdi. Ona 40 koyunla 1 deve verdi. Efendimiz İslâmiyeti tebliğ edince hemen Müslüman oldu. O zaten evvelce de inanmıştı.
M. Saîd Arvas
TÜRKİYE GAZETESİ