Mübarek Hocamız “rahmetullahi aleyh” buyurdular ki: “Bir gün yolda giderken çok sevdiğim bir arkadaşıma rastladım. Arkadaşım üzüntüden bitmiş, hayattan ümidini kesmiş. Dedi ki; Yirmi yaşında bir kızım var. Doktorlar çok uğraştılar, çare bulunmadı, ümidi kestiler. Eve götürdük”. Hocamız, bir tabak içine şifa âyetlerinin hepsini yazmış, biraz da su koymuş, bu sudan içsin, buyurmuş. Onbeş – yirmi gün sonra kız iyileşmiş. (Tabii, yazana ve okuyana göre değişir. Herkes yazabilir, okuyabilir ama ağızdan haram girip-çıkmazsa tesir başka olur. Bir de, kâlbi ve kalıbı ile beraber okunması elbette lazım. Sadece kalıbı ile okuyup, kâlb başka şeylerle meşgul olmamalı). Ağız aynı ağız, yazı aynı yazı, ama o nerede, bu nerede… Bir şiirde geçiyor;… Dâne-i fülfül siyah, hâli mahbûban siyah. Her dû su zen, inkucah, ankucah: Karabiber siyah, sevdiğimin ben’i de siyah. İkisi de yakar. Biri kalbi, biri ağzı yakar. O nerede, bu nerede…
(Onun için, büyük zâtlar dua ederken, onların yanında, o anda başka dua etmekle boşuna uğraşmayıp, hazırda kabûl olan, makbûl dua varken, o duaya âmin diyerek ortak olmağa çalışırsak kârlı çıkarız. Zîra kendimize yapacağımız duanın neticesi meçhul olabilir.)