Birgün Cüneyd-i Bağdadi “kuddise sirruh” hazretleri bir deniz kenarına gitmiş. Bir mecusi bol miktarda yem almış, denizdeki balıklara yem atıyormuş. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, ne yapıyorsun, demiş. Mecusi; yem atıyorum, sevap kazanacağım demiş. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, senin sevap kazanman için, evvela iman etmen lazım. Sen müslüman değilsin, hangi sevaptan bahsediyorsun, demiş. Mecusi bakmış bakmış, peki benim bu balıklara yem verdiğimi o bahsettiğin Allah görüyor mu demiş. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, vallahi billahi görüyor. Onun bilmediği, Onun görmediği bir şey yoktur ki, demiş. Mecusi, bu da bana yeter, demiş. Aradan üç beş sene geçmiş, Cüneyd-i Bağdadi hazretleri hacca gitmiş, tavaf ederken bakmış, o mecusi de tavaf ediyormuş. Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, burada ne işin var, demiş. O beni gördü demiş. Nasıl gördü deyince, sen gittikten sonra içimde bir nur parladı, baktım balıkların hepsi kelime-i şehadet getiriyor. Ağaçlara baktım, kelime-i şehadet getiriyor, ben de kelime-i şehadet getirmeğe başladım. Senin Rabbin beni gördü, O gördüğü için de buraya geldim, demiş. Ve sana bir nasihat vereceğim demiş. İyilik yap, denize at; balık görmezse, halık görüyor, demiş.