Bir evin her tarafı yanıyorsa, kurtulmak mümkün değilse, bir mübarek zât gelip, dese ki; “Bak evladım, istersen seni kurtarabilirim. Ama şartlarım var. Bunları yerine getirmen lazım” dese. İnsan ne der? Efendim, şart falan anlamam. Ben yanmaya hazırım, der mi? İmkan yok! Tabii efendim, her şeyi yaparım. Yeter ki, siz beni şu ateşten kurtarın, der. Veyahut da iki gözü âmâ birisine bir mübarek zât gelse; “Bende bir göz damlası var, onu damlatırsan iki gözün açılacak” dese. Gözleri açılsa, her tarafı güzel güzel görse, bu adamın sevinci anlatılabilir mi? Böyle bir nimete kavuşan kişi, bu nimete kavuşmasına sebep olan zâtı nasıl unutur? Onun için, büyükler buyuruyor ki; “Beni küfürden kurtaran hocamdan, ben başka bir keramet istemem”. Biz de demeliyiz ki; ateşte yanmak üzereyken mübarek bir zat bizi kurtardıktan sonra, başka Ondan ne istenir?