Abdulhalık-ı Goncdüvani “kuddise sirruh” hazretleri, daha gençlik zamanında yatsı namazını kılıp, camiden çıkarken bir dilenci görmüş. Bakıyor ki herkes bir şeyler veriyor. Versem mi, vermesem mi,… vermek lazım değil ama kalbi kırılır, herkes verdi, ben vermiyorum diye üzülür deyip, gitmiş vermiş ama içinden devamlı suretle bir şey dürtüyor. Bir düşünce geçiyor aklından, bu yakışmadı diyor. Dilenmek uygun değil, çalışması lazım diye düşünüyor. Devamlı olarak bunları düşünüyor, bir miktar Kur’an-ı kerim okuyup yatıyor. Abdulhalık-ı Goncdüvani hazretlerine o gece rüyasında, bir tepsi yemek getiriyorlar. Tepsi gelir gelmez bir koku yayılıyor ki, bayılma noktasına geliyor, iştahı kaçıyor, ne olur, Allah aşkına kaldırın bu tepsiyi diyor. Bir koku ki, dayanılacak gibi değil, ekmekten, yemekten, hepsinden ayrı koku geliyor. Tepsiyi getirene, bu çok fena kokuyor diyor. Tepsiyi getiren de “Allah, Allah, senin girdiğin gıybet günahı daha fena kokuyordu” diyor. Sabahleyin namaza geliyor, dilenci yine orada. Namazı kıldıktan sonra, çıkarken dilencinin kulağına eğiliyor, “senin hakkında bir şey söylemedim. Sadece aklıma bir düşünce getirdim. O da mı gıybetti” diyor. Dilenci zannettiği kişi de diyor ki; “Avamın dilinden çıkan ile havasın kalbinden geçen aynıdır” diyor. “Havas’ın kalbinden geçen düşünce gıybet sayılır ve günah yazılır” diyor. Sen havastan olduğuna göre, büyük bir zat olduğuna göre, kalbinden böyle düşünceler geçirmek sana yakışır mı diyor ve kayboluyor. Meğer O Hızır aleyhisellam’mış. Kimin ne olduğu belli olmaz, bu çok mühim bir şey… .