Allahü tealayı çok seviyorsan; fakat Allah düşmanlarıyla dostluk kuruyorsan, olmaz. Kâfirler için azab-ı ilahi var, kâfirleri dost edinmeyin, diye ayet-i kerimede kaç defa geçti? O halde, hubb-u fillah, buğd-u fillah, bu işin temel taşıdır. Ben Rabbimi seviyorum. Hayırlı olsun, çok güzel, şimdi ispatla bakalım. Kim Allahü tealayı seviyorsa, onu sevmek zorundasın. Bilhassa müslümanları ve İslamiyet dinine hizmet edenleri Allahü teala seviyor. Onları çok sevmeliyiz. Eğer bu ayrımı yapamıyorsan, senin söylediğin sende kalır, hiçbir tarafa gitmez. İki, madem ki seviyorsun, onun derdi ile dertlenirsin. Üzüntüsü varsa, borcu varsa, yardımcı olmaya çalışırsın. Hasta ise tedavisine koşarsın. Madem ki çok seviyorsun, bu sevgini ispatlaman lazım. Din kardeşliği böyledir. Eshab-ı kiram şehit düşerken bir bardak su vardı. Tam içecekti, yanındaki su deyince, bırak beni, git kardeşime ver, dedi. Bir bardak su, şehit oluyor! Tam ona götürdüğü zaman, diğer biri biraz su deyince, onu da bıraktı, diğerine götürdü. Gidinceye kadar vefat etti. Bari ikinciye getireyim, yetiştireyim dedi, ona geldi, o da vefat etti. Birinciye geleyim derken, ‘radıyallahü anhüm ecmain’ o da vefat etti. O bir bardak su hiçbirisine nasip olmadı. Neden? Din kardeşini kendine tercih ettiği için. Üç, gıyabında, onun haberi yokken, evinde, yatağında, din kardeşi için dua eder. Ya Rabbi, o hasta, ona şifa ver. Ya Rabbi, sana yalvarıyorum, benim o çok sevdiğim arkadaşıma, çok sevdiğim o kardeşime şunu şunu ver, der. Eğer bu üç şartı yerine getirebiliyorsan, sen hakiki din kardeşisin, hakiki sevgin var. Hakikaten seviyorsun. Allah muhafaza etsin, daha arkasını dönmeden seksen tane gıybet! Bu ne hal?
Pınardan Damlayanlar – 616
