Huzurpınarı ailesinin muhterem üyelerinin Cum’a gününü tebrik eder, müstecâb dualarınızı istirham ederiz efendim.
Allahü tealaya emanet olunuz efendim
ali zeki osmanağaoğlu
Bâzı hatıralar vardır ki, kalblere nakşeder.
O hatıraları hatırlamak, Cennet hayatı yaşamak gibidir…
…………
2002 senesi mart ayının 3’ü idi, Salı günü. Sarıyerde yatsı namazını Enver abimlerin evinde beraber kıldık, 5-6 kişi vardı sadece.. Bana, “geç imam ol” buyurdular. Namazdan sonra, 5-10 dakika kısa bir sohbet oldu. Kitab okuma toplantıları devam ediyor değil mi buyurdular. Kimler geliyor, ne günleri nerede toplanıyorsunuz diye sordular. Toplanmanın kıymetini anlattılar. Bu yolda, büyüklerin ruhaniyetinden istifade etmek için toplanıp kitap okumak şarttır, buyurdular. Bir insan tek başına kitap okursa kitap okumak olur, toplanıp okurlarsa kitabı yazan zatın sohbetinde bulunmuş olurlar, kitabı yazan zatın feyzlerine kavuşurlar, buyurdular. Hocamız, beni arayan ilmihalin satırları arasında bulsun, buyurduğunu anlattılar. Sonra da buyurdular ki; “Senin toplantılarına muntazam katılanlardan 20 arkadaşını yarın yatsı namazına getir, beraber yemek yiyelim, onlarla bir de ben sohbet edeyim” buyurdular. Ertesi gün gittiğimzde yer sofrası kurulmuştu, Enver abim de yerde oturarak, hep beraber yemek yedik. Yemeğe oturduğumuzda Enver abim buyurdular ki; “Akşam bu yemeği yiyeceğiz diye öğlen birşey yemedim ve acıktım” buyurdular. “Hocamız bir defasında Beylerbeyindeki eve teşrif etmişlerdi. Az yesem mi sevinirsiniz yoksa çok yesem mi sevinirsiniz, buyurdular. Ben de, çok yerseniz sevinirim dedim. Mübârekler (Dün akşamdan beri birşey yemedim, çok açım) buyurdular”. “Eshâb-ı kirâm efendilerimizin içerisinde anne ve babası müşrik olmayıp da Müslümân olan tek Hazret-i Ebu Bekir efendimizdir. Sizin gibi. Çünki sizin anne babanız, abiniz, aileniz, hepsi büyükleri tanıyor, seviyor”. Muammer dede zaten hem kendisi mücahid, hem mücahidler babası, bu yaşlarda olup da Mübârekleri seven birkaç kişiden biridir. Hocamız da sizin ailenizi birkaç defa Hazret-i Ebu Bekir efendimize benzetmişti” buyurdular. Yemekten sonra salona geçildi, namazdan sonra, O gün Enver abim buyurdular ki; Mektubat’ta buyuruluyor ki; Açlık, uzlet, uykusuzluk gibi nefse zulüm olan şeyler, insanları bir manevi âleme doğru götürür. Bu insanın imanı varsa, bu insan mümin ise, bu hâl ikiye ayrılır. Ya ârif olur, marifet ehli olur veya keramet ehli olur. Eğer mümin değilse, bid’at ehli veya dinsiz ise, onların da üstün halleri, cila sürülmüş bir tahtanın parlatılması gibidir. Cila sürülmüş tahtaya bakan kendini görür ama ateşe atılınca yanar. Çünki iman nurdur, bu cila küfürdür. Müminde ise bu, ayna gibidir. Mü’min olmayanda formika gibidir, cilalanmış ama keramet gibi görülen bazı şeylerin hepsi zuhur eder. Marifet ehlinin uğraşma sahası, konuşma sahası yalnız ahiretdir, Allah’tır. Hiç O’ndan başka birşeyle uğraşmaz. Keramet ehlininki ise hem hâlık, hem mahluk. Ama ne olursa olsun yine mahlukla uğraştığı için kibir olabilir. Çünki kerametlerini görüyorlar, uçuyor, gidiyor, geliyor. Bunların hepsi, tamamı harikadır yani fevkaladelikdir buyuruyor.. Peki, marifet ehli ile, harika ehli arasındaki fark nedir? Halık ile mahluk kadardır buyuruyor. Peki nasıl belli olur? Buyuruyor ki; Marifet ehli, yalnız ve yalnız, karşısındaki insanın salih olup olmamasıyla ilgilenir, insanlarla sadece bu kadar ilgilenir, onun tek derdi Allahü tealadır, ahirettir, peygamberdir. Onlar hiç insanların halleri ile, paralarıyla ilgilenmezler. O’nlar insanların, ehli nar mı, ehli cennet mi olduklarını firasetleriyle anlarlar. Eğer bozuk insanlar, yani bid’at ehli veya kafirler büyüklerin hallerinden anlatırlarsa, büyüklerin sözlerinden bahsederlerse, güzel bir marifet yayılır, fakat bu, çöpçünün eline düşen elmas gibidir. Bu, çöpçüye bir şey kazandırmaz. Çünkü din zahirdir, mutlaka islamiyete uymak esastır, dine uymayan tek hareketi varsa onun dinden bahsetmesi, çöpçünün elindeki elması anlatması gibidir, ona bir şey kazandırmaz. Elmas yine de elmastır.
Arif olanlar, yalnız Allahtan, ahiretten bahsedip, insanları o seadete kavuşturmak için uğraşanlardır. Özellikleri de, insanların kalbine baktıkları zaman, salih mi fasık mı, derhal anlarlar. Bunlar marifet ehlidir. Keramet ehli, harika ehli olanlar ise, mahluklarla, insanlarla uğraşırlar ve kaybolan eşyaları, istikbalde olması muhtemel olanları, geçmişteki şeyleri bilmeğe çalışırlar. Onların uğraştığı saha, Allahın yarattıkları, kullarıdır. Ârifler ise, katiyyen böyle şeyleri akıllarına bile getirmezler. Dolayısıyla, insanlar bu harikulade şeyler gösterenlere itibar gösterirler, daha çok, onların peşinden giderler. Allahü teala ile araları pek belli olmadığı için de, ahiretleri gariptir. Marifet ehli olanlar ise dünyaya hiç kıymet vermediğinden dâima azınlıktadır. Keramet ehlinin etrafı kalabalıktır, insanlar onları büyük bilir. Marifet ehlinin etrafında her zaman az insan bulunur, kıymetini bilenler azdır. Havasın kalbinden, avamın dilinden olan gıybetdir. Marifet ehli, yalnız Allah için konuşur, ahiretten bahseder ama harika ehli olanlar, harikalar, üstünlükler, kerametler, uçmalar, kaçmalar gösterenler, hem iyi hem kötüdür. İyi tarafı; Allahü teala lütf etmiş iman vermiş. Kötü tarafı ise; bu haller kibre sebep olabilir, küfre kadar götürebilir. Şeytan daha beterini yapabiliyor. Onun için bunlar özenilecek şeyler değildir. Hatta kabirlerdekiler ile konuşmak bile tehlikeli olabilir, özenmemelidir, çünki o tip insanlar bu hallerin kendisinde olup, başkasında olmadığını düşünüp kibirlenirse herşeyini kaybedebilirler.
Hakiki Mü’min büyüklerin şadırvanına musluk olandır. Kendisi çeşme olmağa çalışırsa, o çeşmeden mikroplu sular akar. Büyüklerin şadırvanında musluk olanlar temizdir, mikrop bulunmaz. Fakat bu musluk mekanik olarak açılıp kapanmaz, sevgi, muhabbet ne kadar çok ise bu musluk suyu o kadar çok akıtır. Yani suyun akması, insanın eli ile değil, sevgi sebebi iledir.
Enver abim bizim başımızdahem abimiz, hem babamız, hem hocamız hem rehberimiz, yol göstericimiz, herşeyimizdi.
Hava gibi, ekmek, su gibi her zaman ihtiyaç duyulan bir insandı.
Hayat onunla güzeldi.
Fî emanillah.