TUZLU SU, TATLI SU
“Resûlullah” bir şeye dokunsa idi eğer,
Ânında bir canlılık kazanırdı o şeyler.
Meselâ birisinin var idi ki bir “At”ı,
Zayıf olup, yok idi yürümeye tâkatı.
Bir gün, bu zayıf ata bindi Fahr-i kâinât.
“Rüzgâr gibi” koşmaya başladı hemen o at.
O günden îtibâren, öyle oldu ki hattâ,
Ondaki bu çeviklik yoktu başka bir atta.
Yine “Sa’d bin Ubâde” hazretlerinin dahî,
Bir “Merkeb”i vardı ki, uyuşuktu bir hayli.
Peygamber Efendimiz, bir gün de bindi ona.
O anda bir canlılık, kuvvet geldi hayvana.
Eshâbtan birinin de, hânesinde bir vakit,
Bir “Tencere” var idi Resûlullah’a âit.
O tencere içinde, su bulunduruyordu.
Ve hasta olanlara, o sudan veriyordu.
Peygamber-i zîşân’ın bereketiyle hemen,
İçenler, şifâ bulur, kurtulurdu derdinden.
Yine Peygamberimiz, bâzı eshâbı ile,
Bir kuyunun yanından geçiyordu bir kere.
(Bu su nasıldır?) diye suâl etti o Server.
Cevâben kendisine: (Tuzlu sudur) dediler.
Peygamber Efendimiz buyurdular ki: (Hayır.
Tuzlu değil, bil’akis çok güzel tadı vardır.)
Vaktâ ki Resûlullah o gün böyle buyurdu.
O su, o günden sonra “Tatlı ve lezîz” oldu.
Bir gün de Resûlullah, eshâbtan bir zât ile,
Berâberce yatsıyı kılarak cemâatle,
Bir “Hurma dalı” verdi eline o kimsenin.
Buyurdu ki: (Yolunu aydınlatır bu senin.)
O dal ile evine giderken o sahâbî,
Aydınlattı önünü o dal bir “Lâmba” gibi.
Yine “Bedir harbi”nde savaşırken pek çetin,
Kılıcı kırılmıştı hazreti “Ukâşe”nin.
Resûlullah, yerden bir “Hurma dalı” alarak,
Uzattı kendisine hemen âcil olarak.
Ve ona, (Al bununla savaş) buyurduğunda,
O dal, onun elinde “Kılıç” oldu ânında.
Uzun, parlak ve keskin, kalındı hem de gâyet.
Savaştı o kılıçla harplerde uzun müddet.
Peygamber Efendimiz, yine sahâbîlerden,
“Umeyr”in saçlarını okşamıştı küçükken.
Bu mübârek sahâbî, geldi “Seksen” yaşına.
Yine de bir tek olsun, ak düşmedi saçına.
“Hazreti Katâde”nin yüzüne de, o Server,
Mübârek eli ile dokunmuştu bir sefer.
Onun dahî yüzüne geldi ki bir parlaklık,
Herkesin arasında fark edilirdi artık.